Tehlikeli oyunlar: Okumak

0

Okumak, insanın erdemli bir eylemidir; insanca bir eylemdir ve sadece yazıyla sınırlı değildir. Hayatı, insanları, geleceği, siyaseti ve kendini okumak da bu erdemli eylemin cüzlerindendir. Kendini okuyan, kendini tanıyan ve nihayetinde kendini bilen, Rabbini bilir. Bir romanın satır aralarında kendisiyle yüzleşir, bir hikâyede bulur kendini. Her bir kahramanla birlikte tehlikeli hayat oyunlarını cesurca oynar. Tecrübe devşirir, fikirlerini test eder. Kendini tanır, sınırlarını keşfeder; kendini bilir, haddini bilir.
Okumanın büyüsü budur aslında: Haddi ve haddini bilmek! Hemen olumsuz anlaşılmasın! Had, kelime manası itibariyle sınır, uç demektir. Haddini bilmekse sınırlarını, gidebileceği en uç noktayı bilmektir. Bazen sınırlarını keşfetmek, sınırlarını zorlamak anlamına da gelir. Haddi aşmadan sınırlarını zorlamak, kendini fark etmek, kendini test etmek…
İlk emrin, imkân ve yasakların muhatabı olan insan, “bilmek” eylemiyle diğer yaratılanlardan ayrılarak arif olabilmiştir. Bilmek, hattı zatında, tanrısal bir niteliktir ve belki de Rabbimizin bize bahşettiği en ayrıcalıklı eylemlerden biridir. Hz. Âdem’le başlayan serüvende, noksan yaratılan insan, Allah’ın izni ve öğretmesiyle meleklere meydan okumuş, bilinmez hazineleri bilebilmek için yaratılmıştır. Kendini bilmek ve ardından Rabbini bilmek, insanın asli vazifelerinden biridir. Her insan üzerine farzdır. İşte bu bilme sürecinde okumak, en önemli aydınlanma vasıtasıdır.

Durduğu yerde sabit ve sağlam, bütün dünyayı dolaşan bir ufukla başlayan süreç; eşyayı, eşyanın sırrını, kendini ve Rabbini okumakla devam eder. Sırların sırrına ermek, insan-ı kâmil ve eşref-i mahlûk vasıflarını edinmek bu sürecin arzulanan meyveleridir. Her insan bu potansiyel üzere doğar; kimi kendini bulur, kim kaybolur, kimi ise hiçbir şeyin farkına varamadan bu dünyadan silinip gider. Okumak, bu minvalde başlı başına kutsal bir eylemdir: Oku, seni yaratan Rabbinin adıyla…
Okumanın, günümüzde özellikle gençler arasında popüler bir kültür haline gelmesi, popüler kitapların elden ele dolaşması elbette bu eylemin kutsalını ve bendenize göre amacını zedelemektedir ve fakat hiç okumamak, tam anlamıyla eksiksiz bir yanılgıdır. Burada hemen “Neyi, nasıl okumalıyız?” sorusu aklımıza gelmektedir. Bu soru aslına bakarsanız, uzun süreler tartışılmış ve öznelliği sebebiyle de herhangi bir sonuca bağlanamamış eski ve aynı zamanda güncel bir soru ve sorundur.
Okumayı, ancak gerçek anlamda kutsayan bir anlayış, sistemli bir eyleme dönüştürebilir. Öncelikle ayaklarını sabitlemeye çalışır. Sabitleyeceği yeri ve zemini iyi belirler. Kendi mahallesinden başlar okumaya. Kök salmasa da bulunduğu yere, rüzgârlara karşı tutunmayı öğrenmelidir. Tutunabilmelidir değerlerine. Bu, aynı zamanda cennet vesilesidir. Ayaklarını sabitleyip sağlamlaştırdıktan sonra âlemi keşfe başlayabilir.  Sözün şehvetine kapılmadan, sözün sihir olduğunu bilerek emin adımlarla âlemlerin keşfine başlamak… İnsanlar âlemi, âlemlerin insanı; insanların halleri, insanlık halleri hep bu keşif için cezbedici alanlar sunar insana. Kibirli başlar insan; girmezse bu âleme, kibrin kendisi olur. Kibirli başlar insan; girer bu âleme, insanı tanır, kendini tanır, kendine gelir, insan olur. Yokluktan, hiçlikten bir âdem olur. Kendi süreç ve serüvenini tamamlama yolunda önemli bir adım atar. Bu, yola çıkmaktır. Yol olur, yol gider, yol biter…
Yolun bittiği yerde, tam olarak bittiği yerde yeni bir yol (mertebe) açılır önünde. Yolu bitirmeden yeni yollara girmek, kaybolmaktır. Kaybolmak; tanımlanamayan, bazen hazza, bazen tutkuya, bazen olmaya, bazen ermeye, bazen eyleme, bazen kibre ve bazen de kendi kendine kalmaya yol açan bir duygu karmaşasıdır. Durgun ve fakat kaotik bir haldir bu. Savrulur insan. Tehlikenin farkına varamaz. “Olma” sancıları çekerken yoldan çıkmış olarak bulur kendini. Umarım bulur. Bulamazsa bu savrulma kendi mahallesini bile yok etme çabasına dönüşebilir.
Görüldüğü üzere okumak, çok tehlikelidir! Okumak, tehlikenin kendisidir! Zehirli bir sarmaşıktır. Sizi sarmaya bir başlarsa bir daha kurtulamazsınız, umarım kurtulamazsınız. Düşünmenize, sorgulamanıza, kafa karışıklığına yol açabilir ve fakat kafa karışıklığı iyidir. Üstat İsmet Özel’in de dediği gibi: “Kafa karışıklığı iyidir, insan bir kafası olduğunu anlar.”
Her şey bu fark edişle yeniden baştan başlar. Umarım başlar!
Baki selam ve muhabbetle…

Yorum Yaz