Fetih ve 21 Yaşında “Fatih” Olmak…

0

e84f9e9f-929a-4e03-bf34-135aeb92126c“Konstantiniyye elbet bir gün fetholunacaktır; O’nu fetheden komutan ne büyük komutandır, O’nu fethedecek asker ne güzel askerdir.” H.Şerif

Bundan tam 565 yıl önce, yine bir Salı günü, Peygamber Efendimiz(s.a.v)’in kutlu sözünün muhatabı, dedeleri Eba Eyyubel Ensari (R.a)’nin yolundan giderek çağ açan büyük fethi gerçekleştiren yiğitleri minnetle yâd ediyoruz. Güzel işler yapıp güzel atlara binen mücahidlere selam olsun.

19 yaşında tahta geçeceksiniz, 21 yaşında Konstantiniyye’yi fethedip, dünyanın en uzun süreli devletlerinden birini tarihe gömüp İstanbul’un “ Fatih’i” olacaksınız. Babası Sultan II.Murat’ın daha 12 yaşında, kutlu müjdeyi dünya gözüyle görebilmek için tahtı kendisine devrettiği 1444 yılında Varna Seferi düzenlendiğinde de “Eğer padişah sen isen ordularının başına geç, eğer padişah ben isem ordularımın başına geç” sözü ile, henüz çocuk yaşta iken, düşündürücü ve zeka dolu bir belâgat örneği sunan “Fatihleri” yetiştiren sistemi, taşıdığı ruhu, aldığı eğitim ve öğretimi iyi tanımamız gerekir.

Babası Sultan II. Murat çocuk doğar doğmaz: “Ya Rabbi, İstanbul’un fethini bana nasip etmezsen bari şu beşikteki çocuğa nasip et.” diye samimi dua ve yakarışlarını Allah’a sunmuştur. Çocuğun doğduğu evde, uyuduğu beşikte hep İstanbul’un sözü edilmekte, İstanbul’un alınacağı sözünün edilmediği bir gün bile geçmemektedir. Bu çocuğun aldığı eğitim ve öğretimin önceliği İstanbul’un fethi üzerine olmuştur. Çünkü bu şehrin alınacağını çağlar ötesinden Peygamberimiz (s.a.v.) haber vermiştir. II.Mehmet’e eğitim – öğretim veren hocaları ulaşılacak hedefin bilincindedirler. II. Mehmet’e İstanbul’u alacak gözüyle bakılmış, çocuğa aldığı eğitimle İstanbul’u alma öğretilmiştir. II. Mehmet’te büyütüldüğü ve yetiştirildiği amacı gerçekleştirmek için taşıdığı İstanbul’u alma ruhunu, hiçbir zaman terk etmemiş, sonunda da onu gerçekleştirerek, o güne kadar kimsenin yapamadığı plan ve teknikleri de uygulayıp “21 Yaşında Fatih” olmuştur.

Murat’ın Hüma Hatun’dan olan oğluydu O. Molla Gürani, Molla Hüsrev, Hocazâde, Hızır Bey Çelebi, Ali Tusî, Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca Hayreddin gibi ilim, irfan ve sanat erbabı, bilginlerinden özel dersler alarak yetişti. Çocuk yaşta Manisa Sancakbeyliği’ne atanınca, hocaları ve danışmanlarıyla birlikte Manisa’ya gitti. Çocuk yaşından itibaren böyle bir muhit ve bu anlayışta hoca ve danışman kadrosu tarafından çevrelenmişti, bu halkanın tam merkez yerinde, hepsinden imtiyazlı ve hepsinden cesaretli bir hocası daha vardır ki, tek başına gözünü hükümdara dikmiş olan bu meydan erinin adı Akşemseddin idi. İlme olan bağlılığının, Konstantiniyye sevdasının yanı sıra, onu aynı zamanda mana ile yoğuran hocası Akşemseddin’di. Diğer tüm alimler Fatih’in karşısında erirken, Fatih, hocası Akşemseddin’in karşısında eriyordu. İla–yı kelimetullah aşkını, peygamber sevgisini, hasretini Fatih’e aşılayan mübarek insandı. Fatih ve Akşemseddin, ila – yı kelimetullah yolunda, Feth-i mübine doğru omuz omuza yürüyen iki gönül insanıydı.

Fatih, bir miğferi koruduğu başla beraber ikiye bölecek kadar kol kuvvetine sahip olduğu gibi, dağ tepelerinde 13 kantar atacak top döktürebilecek, karadan 70 kadar gemiyi yürütme kudreti gösterecek, en sıkışık anlarda savaş alanında yağlı paçavralı mermiyi icat edecek kadar buluşçu, 30 yıl kılıcı bırakmadan idare ettiği orduya mağlubiyet yüzü göstermeyecek kadar askerlik hünerine sahip, denizciliği olmayan bir milleti birkaç yıl içinde dünyanın en büyük deniz gücüne sahip kılacak kadar muktedir, bir devletin her ihtiyacına yetecek kanunlar vazedecek kadar görüş, seziş ve idare gücü olan bir devlet adamıydı.

Peki böylesine derin bir ruh insanını, böylesine her yönden bir derya olan padişahı yetiştiren unsurlar nelerdir acaba? Bu büyük insanın ortaya çıkmasında Allah vergisi dehası ve kabiliyetlerinin yanı sıra, annesi Hüma Hatun, babası II. Murat ve hocalarının da kattığı değerler var elbette. Henüz çok küçük yaşta iken çevresi tarafından hep kulağına fısıldanan fetih menkıbeleri, dinlediği Feth – i  Mübin ninnileri, körpe dimağına, ruhuna nakşedilecek, ileride büyük bir Konstantiniyye sevdası olarak meyvesini verecekti.
Şehzadenin annesi Huma Hatun da babası II. Murat da tam bir şehzadeye yakışır şekilde onunla ilgilenmişler, gerektiğinde otorite kurarak şefkat-otorite dengesini sağlayabilmişlerdir. Şehzade çok küçük yaşta babasıyla birlikte, II.Murat’ın müdavimi olduğu ilim meclislerine katılmıştır. Karakterine işleyen buluşçuluğun tohumlarının bu meclislerde atıldığını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Beş yaşında tahsile başlayan veliaht Mehmet bilhassa Manisa’da geçirdiği şehzadelik devresinde zamanın ünlü ve liyakatli âlimlerinden Astronomi, Fen bilimleri, Matematik, Tarih, Edebiyat, Felsefe (Kelam) dersleri yanında dinî ilim tahsil etme imkânı bulmuştur. Ayrıca yedi yaşına geldiğinde, şehzade pek çok dil bilmekteydi. Osmanlı Tarihçilerinin belirttiğine göre, Babası Sultan Murad ölünce 19 yaşında tahta geçen ve iki yıl sonra “Fatih” olan Mehmet’in aldığı eğitim sonucundaki durumu şöyledir: “Anadili Türkçe’nin yanında Yunanca, Arapça, Latince, Farsça ve İbranice’yi kusursuz şekilde konuşuyordu.”

Genç şehzade 19 yaşındaydı. Babası II. Murat’ın vefatıyla ikinci kez tahta geçmişti II. Mehmet. Osmanlı’nın altın devri başlıyordu. Artık Konstantiniyye onu bekliyordu. Çocukluğundan beri hayali ile yaşadığı Konstatiniyye “Ya fethedilecek, ya fethedilecekti.”  Bizzat kendisinin icat ettiği “Şahi topları ve çağının en teknolojik ordusuyla” İstanbul surları önündeydi artık.

Tarihte defaatle kuşatılan, Osmanoğlu’nun altı kez kuşattığı İstanbul, muhteşem hazırlıklardan sonra 6 Nisan 1453 tarihinde kuşatma altına alınmıştı. Fethin gecikmesi üzerine bir taraftan sabırsızlanan, bir taraftan da “Ya ben İstanbul’u alırım, Ya İstanbul beni” sözleri ile kararlılığını ortaya koyan Fatih, donanmadan faydalanmak için de 22 Nisan gecesi yaklaşık 70 parçalık kadırgayı kızaklarla karadan Haliç’e indirerek 29 Mayıs’ta bir çok milletin rüyası, hülyası ve ideali olan bu şehri ele geçirir, fethin sembolü Ayasofya’nın kıyamete kadar cami olarak kalması için muhteşem vakfiyesini yazdırır. Bu gün Ayasofya mahzun iken, çağdaş laik dünyada, inananların din hürriyeti baskı altına alınırken, o gün Fatih’in “Bütün Ortodokslar himayem altındadır.” Emannamesi ne kadar da manidardır…

Hülasa, bu nasıl bir sistemdir ki bu gün çağdışı gördüğümüz Sultanlara altı yabancı dil (bazı kaynaklarda dokuz olarak da geçer)öğreterek, çağının önemli bir çok farklı ilmi ile donatmış, hepsinden önemlisi 12, 15, 19 yaşlarında devlet yönetme becerisi kazandırarak, 21 yaşında “Fatihler” çıkarmıştır. Bu gün bilim ve teknoloji bu kadar gelişmesine rağmen, bütün Cumhuriyet Tarihi’nde hangi Devlet Başkanımızda 6 yabancı dil becerisi vardır. O zaman bin düşünerek bir söyleyeceğiz ve hakkı teslim edeceğiz. Ne Saltanata sövmek, ne de sistemin adının Cumhuriyet olması tek başına bir mana ifade etmiyor. Fatih’i bu büyük ideallere götüren unsur şüphesiz ilimdir. Eğitim, bir milletin en öncelikli hedefi, ideali olmalıdır. Aksi takdirde bir milletin ayakta kalması imkânsızdır. Maddî ve manevî kalkınmanın anahtarlarının insan olduğuna gönülden inanan, ilim ve irfan ordusunun komutanı Fatih; ilme, ilim ehline ve hocaya çok önem vermiştir. Fetihten hemen sonra açmış olduğu medreseler (Sahn – ı Seman) ile kültürel müesseseler bunun bir ifadesidir. Babası II. Murat’ın Edirne sarayında temelini attığı, Fatih’in Topkapı Sarayı’nda hayat bulan Enderun saray mektebi de, bugün Türk Milli Eğitiminin Temel amaçlarında yer alan uygulamalı alan eğitimi yanı sıra, kişilik, beden ve ruh eğitimini de önemseyen eğitim modeliyle asırlarca kusursuz işleyen Osmanlı bürokrasisinin temeli olmuş, çok değerli devlet adamı, komutan ve sanatkâr yetiştirmiştir.

Unutmayalım ki, Fatih İstanbul’u yalın kılıç bir ordu ile değil, çağının en teknik donanımlı ordusu ve iman ile fethetmiştir.

Netice itibari ile, kalkınmamızın temelinin eğitim olması gerektiğini milletçe top yekûn olarak kavramamız gerekmektedir. İlim, müminin yitiğidir. Yüce dinimizin de temel emridir. Kâinatın efendisi Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e ilk gelen âyet “oku” olmuştur. Dolayısıyla bizim en önemli görevimiz eğitim ve ilim alanında faaliyetlerimiz olmalıdır. Bu bilinci, insanımıza ve özellikle de yeni nesillere anlatmamız gerekmektedir.

Bu vesileyle Feth-i Mübin’in 565. Yılında, fethi gerçekleştiren, Efendimiz(s.a.v)’in övgüsüne mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmet ve O’nun şanlı askerlerini ve bütün şehitlerimizi rahmetle yâd ediyoruz. Rabbim, mekanlarını cennet eylesin, şefaatimize vesile kılsın (Amin)

Enes İlhan POST

Yorum Yaz