Ben bir gazeteciyim; elinde kalemi, dilinde röportajları ile gezen biriyim. Bazen işim gerçekten zor olur; gittiğim yerler, dönerken değiştirdiğim düşünceler… Ama bu sefer sadece zihnim için değil, yüreğim için de çok zor olacak. Çünkü gitmemiz gereken bir yer var; masumların kanı ile yıkanmaya devam eden Gazze! Bu haberi daha iki gün önce almıştım ve alır almaz yüreğimin yavaş yavaş sarsılmaya başladığını hissettim. Her ne kadar televizyonda, telefonda ya da sosyal medyada gördüğümüz kadar olanlardan haber olsak da, bu işi canlı bir şekilde yapabilmek dünyanın en değişik hislerinden bir tanesini yaşatıyordu şu anda bana…
İki gün dediğim zaman dilimi, gözüme ve göz kapaklarıma sığdırılmış gibi açıp kapayıncaya kadar hızlı geçmişti. Şu anda bedenimde iki farklı yük vardı; biri omzumdaki çantadan, diğeri ise yüreğime konulmuş bir vicdansızlık davasından kaynaklanıyordu. Derin düşünceler sadece aklımı değil, tüm ruhumu sarıp sarmalarken ekip ile havaalanında karşılaştık. Uçağa binebilmek için acele ederken kendimizi epey bir yorduk. Koltuğa oturur oturmaz ilk yaptığım şey, gözlerimi kapatıp biraz düşünmek oldu. Bu bana bir yandan normal gibi gelirken, diğer bir yandan da ruhuma acı veriyordu. Acı veren tarafı, elimizden hiçbir şeyin gelmemesi ve elimiz kolumuz bağlı oturmamız oluyordu. Hep dua ediyordum, bu beni biraz olsun rahatlatıyordu. Çünkü Allah, hiçbir duayı karşılıksız bırakmazdı! Uyuyakalmışım, düşünmek beni yormuş olmalıydı. Beni ekipten bir arkadaşım uyandırmış, ben ise hala saatlerin hızını sorgulamaktaydım. Uçak inmeye hazırlanırken çantamı kontrol ediyordum o sırada. Artık gelmemiz gereken yere gelmiştik. Uçaktan inince biraz daha mesafe kat ettik ve geldiğimiz yer, artık kelimelerin bile yasak olduğu, sadece vicdanın sesinin duyulabileceği bir yerdi; Gazze!
Geldiği ve getirildiği hal hepimizi içten içe üzüyordu. Birazdan televizyonlara bu anları yansıtacaktık. Kendimi iyi hissetmiyordum burayı gördüğümden beri. Birbirinden harabe yıkık dökük evler, oradan oraya emniyetsiz ve güvensiz bir şekilde koşuşturan insanlar ve gün geçtikçe daha da üzülen bu şehir… Hepsi, savaşın zalim ve acımasız yanını gözler önüne seren bir eserden başka bir şey değildi maalesef!
Birazdan karşımızda duran heybetli ama bir o kadar da yıkık binaya girecektik. Yavaş yavaş adımlarımızı atmaya başlamıştık bile. Yürürken ayakkabımın altından bana seslenmeye çalışan ve gün geçtikçe ezilen anı parçaları, beni büyük bir hüzne boğuyordu. Gözlerim kimi zaman binada kimi zaman ise yerdeydi. Birden gözüme bir kâğıt parçası ilişti. Ama öyle sıradan bir kâğıt değildi; eski bir ip ile bağlanmış, sararmaya yüz tutmuş bir zarfın içinde bana bakan bir kâğıttı. Eğildim ve elime aldım. Kâğıdı içerisinden çıkarıp açmak istedim. O sırada ekip arkadaşlarım çoktan binaya girişini yapmışlardı bile. Onlardan geri kalmamak için ilerlemeye devam ediyor; ama bir yandan da kâğıdı açmak için uğraşıyordum.
Kâğıt toz ve toprak içerisinden bitap düşmüş gibi kıvrılıyordu. Bu kâğıdın bir mektup olduğunu anladım. Zarfın içerisinde olmasından da belliydi zaten. Bunu kim yazmışsa bayağı uğraşmış gözüküyordu çünkü gerçekten uzundu. Bir kenara çekilip okumak istedim. Fırsatını bulduğum sessizlikte okumak için yüreğim sesini duyurmaya başlamıştı. Kâğıtta aynen şöyle yazıyordu:
“Günaydın diye başlamak isterdim ama ne günümüz aydın ne de hayallerimiz. Yeni bir güne başlamak şöyle dursun, güneşi görebilmek için aralayabileceğimiz bir perdemiz bile yok. Sadece elimizde olan tek perde, vicdansızlığın ağzını mühürlediği dünyaya karşı çektiğimiz dualar oluyor. Burada karnımız da doymuyor. Sadece doyurabildiğimiz tek şey, gözümüzü açar açmaz duyduğumuz bomba sesleri ve tüm dünyanın anlamsız acımasızlığı ile doldurduğumuz yorgun zihnimiz. Burası Gazze, iki hece ama bin katliam. Huzurun katledildiği sessizlik ve bu sessizliğin koridorları arasından göğe yüreklerinde Allah sevgisi ile yükselmiş bin bir can! Bunları bir edebiyatçının ya da bir yazarın yazdığını düşünüyorsunuz değil mi? Ama düşündüğünüz hiç kimse yazmadı, ben yazdım. Peki, ben kim miyim? Ben; sadece ben olmak ile kalmayan, bütün bu anlamsızlığa ve acımasızlığa sesini çıkarmaya çalışan, dünyaya kafa tutan, sadece kendim için değil tüm Gazze için çığlıklarla konuşan aciz, küçük bir Gazze çocuğuyum!
Nereye adım atsak savaşın boşluklarında kendimizi kaybediyoruz. Sadece kendimizi değil, sevdiklerimiz ve ailemiz de buna dâhil. Hepsi teker teker ıssız bedenler gibi çevremizden dağılıveriyor. Şehadete koşuyorlar! Gözlerimizin görmekten usandığı savaş küllerine ve toz dumana karışıyor kırık ve yaralı ruhları. Ama ben inanıyorum, onların sarıp sarmalanamadığı kefenleri, acımasızlık ve bomba külleri ile kirletilmiş bedenleri Allah katına ulaşır ulaşmaz yüreklerinde barındırdıkları iman ile yıkanıp tekrardan bir nur gibi parlayacak. Şu anda insan bile denemeyecek kadar alçaklaşmış katliamcılar burayı kendi oyun alanları gibi kullanıp içinden çıkılmaz bir cehenneme çevirdiler. Ama bilmiyorlar ki burayı ne kadar ateş altında bırakırlarsa aynı şekilde ebedi yerlerinin de bir o kadar ateşle dolacağını! Kısacası bir gün, asıl cehennemi onların yaşayacağına bütün benliğimle inanıyorum.
Benim her zaman cebimde bir ayna olurdu. Ama bir gün elime aldığımda kırıldığını gördüm, aynı paramparça olmuş hayatlarımız gibi. Her gün aynaya, gözlerimin rengine bakardım. Güneş nasıl bakarsa bana, ya yeşile ya da maviye çalan gözlerimle ben de hayata bakardım. Ama şimdi baktığımda gördüğüm artık bir renk değil, bütün geceyi bile içinde barındırabilecek büyük bir karanlık! Ama ben hala bu karanlığın içinde parlamaya çalışan yıldızları görebilmek için yüreğim ile mücadele ediyorum, inanmaya çalışıyorum. Ve aynı şeyi, bu güzel toprak parçası için de istiyorum. Bu karanlığın içinden parlayacak bir sürü yıldız… Ve bir gün fark ettim ve anladım ki, Allah benim duamı kabul etmiş. Şu anda canı alınıp da öldü gözüken binlerce masum insan, gökyüzüne bu karanlıktan bir yıldız gibi parlayarak yükseliyor…
Sizler gördükçe ve bizler yaşadıkça bu durum, her ne kadar içler acısı da olsa, bu temiz ve yüreğinde iman ateşi ile şehit olan insanların canı sadece yaşarken ve ölürken acıdı. Ama bundan sonraki hayatlarında eminim hiç acı çekmeyecekler. Çünkü biliyorum ki kalbimizdeki iman ateşi, onların yakıp söndürmesini bilmedikleri ateşlerden daha güçlüdür!
Bunu her kim bulduysa ya da kim okuyorsa, bir abla, bir ağabey, bir anne, bir baba ya da bir kardeş olabilir. Bu hiç fark etmez; yeter ki şu diyeceğimi unutmasın: “Evet, bizler bir katliamın içerisindeyiz ve neredeyse nefes alamıyoruz. Ama bizler, bu adaletsiz dünyanın vurdumduymazlığı ve sessiz kalışı altında daha da eziliyoruz. Belki de en çok bunun için ölüyoruz. Tekrardan söylüyorum, unutmayın. Hepimize bir gün ‘öldü’ diyecekler, belki de mezarımızı bile bulamayacaklar. Ama biz hiçbir zaman ölmeyeceğiz, çünkü şehit olacağız. Vatan için, din için, Allah için… Çünkü şehitler hiçbir zaman ölmez. Ve tekrardan söylüyorum, bizler Allah katında nefes almaya ve birbirimizin elini tutmaya devam edeceğiz. O güne kadar biraz daha dayanın ey kahraman Gazze halkı, sizleri seviyorum!”

