MEHMET AKİF ERSOY
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
Günler şu heyulayı da elbet silecektir
Rahmetle anılmak ebediyen budur amma
Sensiz yaşadım kim beni neden bilecek
Şan ve şöhretten uzak rahmetle anılmayı bile aklına getirmeyen yakın tarihimize hayatı ve eserleriyle damgasını vuran her Müslüman Türk’ün kalbine otağını kurmuş namı ebediyyen dillerde gezecek ve nadir kimselere nasip olabilecek edebi bahtiyarlığa eren mübarek bir zat Mehmet Akif Ersoy.
Şu fani dünyadan göç edeli yıllar oldu. Değil yıllar asırlar geçse bu millet yaşadıkça unutulmak şöyle dursun anılmadığı zikredilmediği anı bu millet yaşamayacaktır. Çünkü Akif kendisi için yaşamadı yazmadı millet sevinince bayram yaptı felakete uğradığı zaman da kan ağladı. Acı ve ıstıraplarla destanlar kahramanlıklara abideler zaferlere de marş yazdı. Milletle yoğruldu, milletle pişti. Daima onu düşündü Akif’ sadece bir şair olarak düşünmek ona en büyük hakaret olur. Çünkü Akif yalnızca şair olsa idi edebiyat kitaplarında yer alır milli vicdan da yer etmezdi. İslam’la beslenen ruha bir timsal devlet şairi başlı başına milli bir abidedir.
Her ülkede az yetişir soylu ahlaklı ve bir ülkü adamı. İleri sürdüğü düşüncelere uyarak yaşayan ender şahsiyettir. Vatanın işgali altında ve milletin bunalımda olduğu zamanlarda aydınlar ne yapar? Bunalım günleri aydınların bir bakıma kendi kafa ve kalplerini serbest bıraktıkları zamanlardır. Farklı yolların başlangıcındadırlar.
Yollar çoktur. Esareti kabullenme manda altında yaşama bağımsızlık savaşı vermek kabuğuna çekilip kalmak gibi pek çok seçenek çıkar karşılarına. Aydın kafa yapısına göre gönlünde çağlayan berrak akışa veya çöl kuruluğuna uygun bir çıkış arar ve yollardan birine dalar. Tabiidir ki insan oluşunun getirdiği zaaflar seçimin yağılmasında önemli rol oynar. Fakat yüce bir inancın mert bir karakter yapısının sertleştirdiği abideleri bedenler ise eğilip bükülmeyi boyunlarına boyunduruk geçirmeyi benimsemezler. İşte Akif bu sonunculardandır. Zor fakat şerefli yolu seçmiştir.
“Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki Hak yoludur, dönmek bilmeyiz yürürüz”
Akif; mahrumiyet ve sefalet içinde kaldığı günlerde bile kendinden bahsetmemiş şahsi acılarını beşeri acılar karşısında unutmuş bir kişidir. İnsanlığında samimi olduğu kadar inancında da samimi idi. İlk inandığı hakikat dini hakikatti hurafeden uzak Hatem’ül Enbiya’nın getirdiği son dinin hakikatinin açıklayıcısıdır. Bu dinin temeli ahlaka dayanıyordu. Ahlakın dayanağı ise Allah korkusudur. Toplumumuzda Kur’an ı Kerim iyi okunup anlaşılmamış ve milletimiz hurafeler içinde bunalmıştır. Akif Kur’an ı sosyal hayatımıza tatbik etmemizi istemiştir.
Ya açar bakarız Nizam-ı Celil yaprağına
Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okumak ne de fal bakmak için
Mehmet Akif haktan doğrudan yanadır. Bütün hayatı boyunca doğruları söylemiş kimseye dalkavukluk yapmamıştır. Acı gerçekler dururken hayaller peşinde koşmamıştır.
Hayır hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki ne söylemişsem görüp de söylemişim
Kaderin garip bir cilvesidir ki İstiklal mücadelesinde matbaasıyla diyar diyar dolaşıp halkı irşat ederek Akif memleketinden uzaklaştı. Kader günün birinde kendini bilmez bayancı kültürlerin iziyle ruhunu kaybetmiş meşhur bir kolejin döküntüsü bir gence, milli şairin imanına ve vicdanına saldırttı. Kendi pisliklerini kabullenemiyor ve isyan ediyor diyerek şaire “Sağı- kör” dedirtti. İşte Akif buna dayanamadı ve :
Benim o adamla bir meselem yok; fakat O, benim mukaddesatıma sövdü. O benim evladımı öldürseydi belki affederdim. Hanemi söndürseydi belki affederdim. Daha da ileri gideyim herkesin gözü önünde bana hakaret etseydi yine de affedebilirdim. Fakat O benim mukaddesatıma sövdü asla affetmem.
Serseri hiç birinin mesleği yok meşrebi yok
Feylozof hepsi fakat pek çoğunun mektebi yok
Şimdi Allah’ a söver sonra biraz bol para ver
Hiç utanmaz Protestanlara zangoçluk eder.
Merhum M. Akif milleti öz benliğinden uzaklaştıran ve kangren halini almış olan kirli odakları teşhiste hiç geri kalmamıştı. Şiirlerinde zamanımız örneklerine rastlamak mümkündü. Bir cemiyet tasvirinde şöyle demektedir:
Düşünce vur! Yükseleni biraz daha kaldır.
Akif:”Şöyle bir garip ölmüş diyeler” esprisini içinde fani dünyadan göçüp gitmiştir; fakat Akif yaşadığı yıllara değil yaşamadığı yaşayamadığı yıllara da seslenen imandı.“Hakka tapan “ Akif menfaate ve çıkara hiç tapmamıştı. Yazıları şiirleri davranışları hep hisli idi. Hep olduğu gibi “O” olarak kalmıştı.
Birinci dünya harbi sırasında düşman ülkenin dört bir yanına saldırmıştı. Türk vatanını parçalamak ve paylaşmak istiyorlardı. Türk halkının ümidinin kestiği anlarda Akif vatan müdafaasının ehemmiyetini anlatmak için hutbeler verdi. Halkı istiklalini muhafaza etmek için savaşmaya çağırdı. Çeşitli ayaklanmaların bastırılmasında rol oynadı. Milli ruhu benliğinde taşıyan bu ebedi şahsiyet 17 Şubat 1921 tarihinde İstiklal marşını yazdı.12 Mart’ta alkışlarla kabul edilen bu marş halkı istiklali uğruna kamçılamıştı. Yazı ve şiirlerini hiçbir zaman geçim kaynağı olarak görmeyen Akif verilen para ödülünü de kabul etmedi.
Esaretini ve ikiyüzlülüğü kabul etmeyen milli şair halkın milli duygularını uyandıran dizeleriyle en önemli görevini yerine getirmiştir. Ondaki milli benliği şu dizelerden anlıyoruz.
“Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım
Yırtarım dağları engillere sığmam taşarım”
Rahatsızlanan Akif son günlerini hep yakın dostları her sınıf ve meslekten hayranları ile geçirir. Kendine sevdiği hafızlar tarafından Kur’an okunur. Uzun bir süre tedavi altında günlerini tüketir. Hava değişikliği için Mısır’a yerleşir.27 Aralık1936 Pazar akşamı 19.45’te vefat eder. Gazeteler şairin vefatını bildirirler cenaze öğleye doğru Beyazıt Camii’ ye getirildi. Akif hayatında olduğu gibi ölümünde de tiksindiği yapmacık resmi tavırlardan kurtulmuştu.
Akif’in arabaya konmayan tabutu Edirne Kapıya kadar öğrencilerinin ellerinde taşındı. Kefenin yerine albayrak sarılan naşı Kur’an ve İstiklal Marşı okunarak defin olundu.