MAVİ MARMARA ŞEHİTLERİ
Kutlu Bir Şehit: Furkan Doğan
“Rabbim Çağırdı Babacığım”
Mayıs ayının sonlarıydı. Bir Gemi suları okşayarak yol alıyordu. Akdeniz’de sessizlik alabildiğince geceye sığınmıştı. Gökte yıldızları sayabiliyordunuz. Olağandışılık bu güzellikten başlıyordu belki… Deniz durgundu ve havada ılık bir esinti sanki yürekleri bir şeylere hazırlıyordu. Gece sehere dokunmaya başladığında güvertede neredeyse hiç insan kalmamıştı. Herkes bir köşeye çekilmiş ve dua ile gönüllerini seslendiriyorlardı. Gözyaşlarından ve kesik hıçkırıklardan başka neredeyse hiçbir ses duyulmuyordu. Her şey fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Bunca sessizliğin arasında yaklaşan fırtınanın farkında olan birkaç kişi hayatlarının muhasebesini yapıyordular. Masmavi umutlarla dolu “Mavi Marmara” ismindeki bu gemi, “insanlığın vicdanı” sloganıyla uzun zamandır ambargo altında can çekişen Gazzeli Müslümanlara yardım götürüyordu. Masmavi bir gökyüzü, masmavi dualar ve masmavi gönüllerle yola koyulan geminin en büyük sermayesi insanlıktı. Sessizce ilerleyen gemide gecenin son demleri yaklaşıyordu…
SİYONİST ASKERLER ŞAŞKIN
Sonra birden gemide sirenler çalmaya başladı, ardından da anonslar… “Değerli Arkadaşlar, İsrail savaş gemileri bize doğru yaklaşıyor. Dua edelim ve birbirimizi kollayalım. Hanım arkadaşlar iç kısımlara geçsin lütfen, genç arkadaşlar salonda toplansınlar. Güvertede kimse kalmasın. Camlardan uzak durun ve başınızı cam hizasına kaldırmayın. Rabbim yardımcımız olsun” Çok zaman geçmeden etrafta konuşlanan savaş gemilerinin sesleri gelmeye başladı hemen ardından da gemilerden havalanan helikopterlerin sesleri. Gemiye her bir yandan projektörler tutulmaya başlandı. Güvenlik amacıyla geminin ışıkları kapatıldı. İsrail askerleri megafonla uyarılar yapıyorlardı. Hücum botlar ise geminin hizasında yakın takibe ve tacize başlamışlardı. Yapılan anonslar bunun bir taciz ve korkutma olduğunu, endişeye mahal olmadığını söylüyordu. Lakin Siyonistlerin sicilini bilen biliyordu ve endişeler gittikçe artıyordu. Gemide farklı ülkelerden ve farklı dinlerden genç, yaşlı, kadın, erkek yaklaşık 700 insan bulunuyordu. Önce kadınlar ve yabancı ülkelerden gelen misafirler güvenceye alındı. İç kısımlara yerleştirildiler. Bazı gönüllüler gemiye İsraillilerin ineceğini, gemideki misafirleri korumak adına olabildiğince mücadele etmek gerektiği inancındaydılar. Bazıları ise Uluslararası sularda İsrail’in, Türk toprağı sayılan bir gemiye baskına cesaret edemeyeceğini düşünüyorlardı. Her şey o anda olup bitiyordu. Büyük bir imtihan yaşanıyordu. Herkes büyük bir vakar ile herhangi bir korkuya kapılmadan tüm olacakları kabullenmiş bir haleti ruhiye ile Hak’tan gelene bağrını açmıştı. O’ndan gelene razıydılar. Yeter ki O (c.c.) razı olsundu. Diğer zamanlarda evladım diyen, işim emeğim, yarınım diye endişelenenler bile o an içinde bulundukları bu sükûnete hayret ediyordular. Rabbin kalplerine verdiği inşirah adeta tüm gemiyi sarmıştı. İsrail Ordusu tüm unsurlarıyla bir gövde gösterisi yapmak ve gemideki sivilleri emellerinden vazgeçirmek için korkutmak istiyordu. Lakin gemi hiçbir şey yokmuş gibi yoluna devam ediyor, gemi kaptanı ordu sözcüsüne Uluslararası sularda bulunduklarını ve geminin de Türk bandıralı olduğunu, rotalarının değişmesinin söz konusu olmadığı cevabını veriyordu. Arkasındaki güçle şımarmış İsrailli komutanlar şaşkına dönmüştü. Oysa şimdiye kadar bu tür girişimlerde her zaman gelenleri geri püskürtmeyi başarmışlardı. Neyine güveniyordu gemidekiler? Silahları mı vardı yoksa? Savaş gemilerini ve askerlerini vuracak intihar bombacıları mı vardı? Kafaları karıştı Siyonist komutanların! Ne yapacaklarına karar veremediler. Sadece giden gemiye eşlik ediyorlardı şu durumda. Gemi engel tanımıyordu ve korkusuzca Savaş Gemilerinin arasından rotasına yol alıyordu. İsrail Genelkurmayında kurulan kriz masasındaki generaller de şaşkındı. Bu durumda korkunun dozunu artırma kararı alındı. Uzaktan taciz atışı ile gemi durdurulmaya çalışılacaktı. Ateş emri verilmesiyle birlikte İsrail askerleri hücum botlardan ve helikopterlerden gemiyi yaylım ateşine tutmaya başladılar. Tüm silahlarında susturucu takılıydı! Gemidekiler ilkin yeni durumu anlayamadılar. Ama vurulup yaralananları, yere düşenleri görünce gemiye ateş edildiğini kavradılar. Akdeniz’in ortasında neden susturucu takar ki bu askerler? Uluslararası sularda olduklarının onlar da çok iyi farkındaydılar elbet! Susturucu takmalarının sebebi de bu olmalıydı…
FURKAN…
Tüm bunlar yaşanırken geminin en genç gönüllüsü, 19 yaşındaki Furkan Doğan üst salonda bir köşede durmuş, elinde küçük kamerası ve küçük not defteriyle meşguldü. Ortalığın sükûneti Ona da yansımıştı. Küçük kamerayı kenara bıraktı, çantasından küçük bir kalem çıkardı ve not defterine şunları yazdı; “Şahadet şerbetine son saatler inşallah. Var mıdır acaba daha güzel şey. Varsa o da sadece annemdir. Ama ondan ben de emin değilim. Kıyasları çok zor. Salon büyük oranda boşaldı. Şu ana kadar olmayan ciddiyet bir anda herkesi kapladı” Yazdıklarına şöyle bir baktı. Yazdıklarına kendisi de inanamıyordu. İçine doğan bu his, bu inşirah tüm varlığını kaplamıştı. Rahatladı… Henüz 19 yaşında üniversiteye hazırlanan bir lise talebesiydi Furkan. Memleketi olan Kayseri’den Mavi Marmara gemisine binebilmek için ismini yazdıran yüzlerce kişi arasında onun da ismi vardı. O kadar gönülden istemişti ki Gazze’ye gidebilmeyi, Rabbi dualarını işitti ve Kayseri’den gemiye binen dokuz kişi arasında onun da ismi çıktı. Sınavlara çok bir vakit kalmamıştı. Mavi Marmara ile Gazze’ye gideceğini bilen de pek yoktu. Duyulsun istemiyordu Furkan. Allah Rızası için çıktığı bu yolculukta sadece Rahman’ın övgüsünü kazanmak istiyordu. Babası da aile içinde şahadete en yakışanın Furkan olduğunun bilincindeydi. Buna rağmen ailesini ikna etmesi kolay olmamıştı. Okulundan izin almalıydı, eğitim öğretim halen devam ediyordu çünkü. Hazırlıklarını tamamladı, arkadaşlarıyla helalleşti ve gemideki yerini aldı. Gemiye binen yolcuların adeta maskotu oldu Furkan. Sevimli, espirili, çalışkan ve ağzı dualıydı. Asım’ın nesli ışıyordu gözlerinde. Gemide yerleri paspaslıyor, saka misali yolculara su dağıtıyor, tuvaletleri temizliyor, elinden ne gelse yapıyordu. Namazlarda cemaatin en içli duacısı O’ydu. İçine bindiği bu geminin bir milletin iradesi ve duası olduğunun bilincindeydi. O’nu gören, O’nu tanıyan herkes gıpta ile evlatlarının Furkan gibi olmasını, ümmetin derdini dert edinen, davası için tüm zorlukları göğüsleyen bir iman eri olmasını diliyordu. Tüm bu süreç Furkan’ın gözünden film şeridi gibi geçti. Allah’ın bu yaşananlardan muradı içinde ışıdı. Tebessüm etti not defterine yazdıklarına bakarak ve Şahadet Ya Rab! dedi…
RABBİM ÇAĞIRDI BABACIĞIM!
İsrail askerleri iyice çılgına dönmüştü. Mermiler de kâr etmeyince bu kez gemiye havadan asker indirmeye başladılar. Gemide 700 sivil vardı ve hepsi de savunmasız durumdaydılar. İsrail askerleri ise son teknoloji silahlar, bomba atarlar ve lazer dürbünlerle donatılmıştı. Siyonistlerin gözünde gemidekiler adeta silahlı birer düşman askeriydiler ve bu sebeple gemiye çıkarken oldukça tedirgindiler. İsrail helikopterleri üst güverteye indirme yapmaya başladıklarında büyük bir şoka uğradılar. İnen askerler üst güvertede bir avuç gönüllü tarafından derdest ediliyor ve ardın sıra ya denize atılıyor ya da silahları alınarak denize fırlatılıyor ve alıkonuluyordular. Yaralanan İsrail askerleri yine gönüllüler tarafından tedavi ediliyordu. İndirmeyi yapanların komutanı olan bir yüzbaşı bu şekilde ele geçirilince işin rengi iyice değişti. İsrail askerleri daha helikopterden yaylım ateşine başlamışlardı ama her şeye rağmen silahsız bu sivil gönüllüler aslanlar gibi mücadele ediyor, korkak İsrail askerlerini bir bir denize atıyorlardı. Üst güvertedeki bu gönüllülerin en önünde Çetin Topçuoğlu, Cevdet Kılıçlar, Cengiz Akyüz ve Fahri Yaldız gibi isimler vardı. İlk şehitler burada verildi. Silahsız gönüllüler yaylım ateşine tutuldu. Aynı anda gemilerden keskin nişancılar tarafından da ateş ediliyordu. Bazıları yaralandıklarının farkında bile değildi. İndirilen askerlerin sayısı arttıkça yaralanan ve şehit olanların sayısı da artmaya başladı. Necdet Yıldırım, İbrahim Bilgen, Cengiz Songür, Ali Haydar Bengi de şehitler kervanına katıldı. Bunun üzerine güverte boşaltıldı ve İsrail askerleri üst güverteden itibaren geminin diğer bölümlerine geçmeye başladılar. Siyonist askerler gönüllülerin beyaz bayrak sallamalarına aldırmadan çevrede gördükleri her şeye ateş ediyorlardı. İsrail askerlerinin ilk hedefi indirmeyi ve katliamı görüntüleyen basın mensupları ve elinde kamera ile çekim yapan gönüllüler oldu. Bu planlı ve hedef gözetilerek yapılan bir tercihti. Cevdet Kılıçlar bu sebeple tek kurşunla şehit edildi. Ardından da yine elindeki küçük kamerasıyla çekim yapan Furkan… Evet Furkan tüm anonslara rağmen elinde kamerasıyla adeta şahadete koşuyordu. Alt güverteye inen İsrail askerleri Furkan’ı ve kamerasını fark ettiler. Elini kaldırmasına, silahsız olduğunu belirtmesine rağmen yanına kadar yaklaşan asker önce göğsünden vurdu Furkan’ı… Bir güvercin gibi, kanadı kırık serçe gibi yere süzüldü Furkan… Bu acıyı bilmiyordu, nerden bilsindi? Henüz 19 yaşında, bıyıkları yeni terlemeye başlamış masum bir delikanlıydı Furkan… Yerde göğsüne isabet eden merminin etkisiyle sessizleşti, gözlerini gökyüzüne doğru çevirdi… Gökte yıldızlar ne kadar da parlaktı. Koyu karanlığın ortasında adeta ümit meşalesi gibi ışıldıyordu tüm yıldızlar. Birken beş oldu, beşken yüz ve sonra binlerce, yüz binlerce yıldız belirdi gökte, her biri Furkan’a göz kırpıyordu. Furkan dili pelesenk olmuş şekilde Kelime-i Şahadet getiriyordu. Tüm bunlar o birkaç saniye içinde oluvermişti. İsrail askeri yere yığılan ama halen hayatta olan Furkan’ın gözlerine baktı ve bu kez başına doğru namluyu çevirerek silahındaki son mermiler bitene kadar ateş etti
Yaşam öyküsü
20 Ekim 1991’de New York’ta doğdu. Daha sonra ailesiyle beraber Kayseri’ye yerleşti. Kayseri Özel Hisarcıklıoğlu Fen Lisesi son sınıf öğrencisiydi ve iki yıldır üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan Doğan, yabancı uyruklu öğrenci statüsünden dolayı 18 Nisan 2010’da Yabancı Öğrenci Sınavı’na girdi.
Babası Ahmet Doğan, Erciyes Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.
Gazze filosu
Mayıs 2010’da İHH İnsani Yardım Vakfı gönüllüsü olarak İsrail ablukası altındaki Gazze’ye insani yardım götüren Gazze filosunda yer aldı. MV Mavi Marmara gemisinde kampanyaya katılan Doğan, İsrail askerlerinin filoya saldırısında öldürüldü. Adli Tıp raporuna göre Doğan 45 cm’den daha kısa bir mesafeden yüzünden, kafasının arkasından, iki kez bacağından ve bir kez de sırtından olmak üzere toplam 5 kez vurulmuştu.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin hazırladığı rapora göre Furkan Doğan, İsrail komandoları tarafından “infaz” yöntemiyle öldürüldü. Raporda, 19 yaşındaki Furkan Doğan’ın elindeki küçük kamera ile çekim yaparken iki kere kafasından olmak üzere defalarca vurulduğu ifade edildi. Adli tıp raporundan yola çıkarak Furkan Doğan’ın güvertede bilinci açık ya da yarı bilinçli bir zaman yattığını ve daha sonra yüzünden vurulduğu tespit edildi.
Furkan Doğan, öldürülmeden kısa süre önce not defterine şu satırları yazmıştır.
Şehadet şerbetine son saatler. Var mı daha güzel şey? Varsa o da sadece annemdir, ama ondan emin değilim. İkisinin kıyası çok zor. Şehadet mi annem mi? Salon boşaldı ve şu ana kadar olmayan bir ciddiyet, bir anda herkesi kapladı.
Doğan’ın cenazesi 4 Haziran 2010 Hunat Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Kayseri’nin Talas ilçesinde toprağa verildi.
ALİ HAYDAR BENGİ
Diyarbakırlı olan Şehit Ali Haydar Bengi 1971 yılında doğdu.
Diyarbakır İmam-Hatip Lisesinden 1991’de mezun oldu
Ortaöğretim yıllarında bir yandan da şark usulü medrese tahsilini sürdürdü.
1992 yılında çok özlemini duyduğu El-Ezher Üniversitesi’ne kaydını yaptırdı.
Arap Dili Araştırmaları Fakültesi’ni 1997 yılında başarıyla bitirdi.
Her zaman için Ezher mezunu olmanın hakkını vermeye çalıştı.
Mehanur, Semanur, Senanur ve Muhammed Mustafa’nın babası olan Şehit Ali Haydar, Türkiye’ye döndükten sonra, aldığı eğitim ve sahip olduğu sahih İslami anlayış ile edindiği: “Gayemiz Allah, Önderimiz Resulullah, Düsturumuz Kur’an, Yolumuz Cihad, Allah
Yolunda Ölmek En Büyük Arzumuz” ilkeleri doğrultusunda yaşadı ve en büyük arzusu olan şehadet makamına kavuştu.
Selahaddin-i Eyyübi döneminden sonra, Kudüs’ün kurtuluşu için canını veren Diyarbakır’ın ilk Kürt Şehidi Ali Haydar Bengi, başkanı olduğu Aydınlık Yarınlar İçin Hak ve Özgürlükler, Eğitim, Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin (AYDER) çatısı altında, İslam’ın Ehli
Sünnet ve Cemaat çizgisinde doğru anlaşılması ve yaşanması için davet ve irşad çalışmalarında bulundu.
Güzel ahlakı ve yaşantısıyla herkes tarafından sevilen Diyarbakır’ın kanaat önderlerinden Şehit Ali Haydar Hoca, son yıllardaki ilmi araştırmalarında ve verdiği derslerde, Kur’an ve Sünnetin doğru anlaşılması, Müslümanların arasında birliğinin sağlanması ve
Kudüs’ün özgürleştirilmesi için çalışılması gerektiği hususlarına çokça vurgu yapardı.
ÇETİN TOPÇUOĞLU
1 Mayıs 1956; Adana – ö. 31 Mayıs 2010; Gazze Şeridi açıklarındaki uluslararası sular, Akdeniz), Türk tekvandocu.
Toğçuoğlu 1979’da Çukobirlik’te memur olarak çalışmaya başladı. 1998’de emekli olan Topçuoğlu, iki yıl Adana Demirspor Kulübünde amatör futbolculuk yaptı.
Tekvando sporuna 1973 yılında başlayan Topçuoğlu dünya şampiyonluğu kazandı ve birçok ödülün sahibi oldu. 1992 ve 1998 yıllarında yılın hakemi seçildi.
İHH İnsani Yardım Vakfı ve Adana İnsani Yardım Derneğin için gönüllü olarak çalıştı. Adana İnsani Yardım Derneği eğitim, kültür ve gençlik komisyonunda eşi Çiğdem Topçuoğlu ile birlikte gençlere yönelik yapılan çalışmalara katıldı.
Gazze filosu
2009 yılında İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı kırmak amaçlı “Filistin’e Yol Açık” konvoyuna katıldı.Mayıs 2010’da aynı amaçla yola çıkan Gazze filosunda eşiyle birlikte yer aldı. MV Mavi Marmara gemisinde kampanyaya katılan Topçuoğlu İsrailli deniz komandolarının filoya yaptığı saldırıda öldürüldü. Topçuoğlu, otopsi raporuna göre kafasının arkası, sol yanı, karnının sağı olmak üzere 3 kez vurulmuştu.
4 Haziran 2010’da Adana’daki Sabancı Merkez Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından 30 bin kişinin katıldığı cenaze töreniyle toprağa verildi.
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi Çukurambar’daki 1470. sokağın adını Topçuoğlu anısına “Şehit Çetin Topçuoğlu Sokağı” olarak değiştirdi.
CEVDET KILIÇLAR
Cevdet Kılıçlar (5 Mayıs 1972, Kayseri – 31 Mayıs 2010; Selam, Millî Gazete ve Vakit gazetelerinde çalıştı. Son olarak İHH İnsani Yardım Vakfı internet sitesi sorumlusu olarak görev yapan Kılıçlar, İsrail’in Gazze filosu saldırısında öldürüldü
Selam gazetesinin kapatılmasından sonra Almanya’ya gitti, birkaç yıl Almanya’da kaldıktan sonra Türkiye’ye döndü. Filistin ve Mısır’da görev yaptı. Mart 2008’de Selahaddin Sınır Kapısı’nın Gazzeliler tarafından yıkılmasından sonra Mısır yönetiminin inşa edeceği yeni duvarı ilk kez görüntüleyen kişi oldu ve bu nedenle göz altına alınıp 4 saat sorgulandı.
Gazze filosu
Kılıçlar, 2008 yılında İHH İnsani Yardım Vakfı’nda internet sorumlusu olarak çalışmaya başladı. İHH’nın Mayıs 2010’da İsrail ablukası altındaki Gazze’ye insani yardım göndermek amacıyla düzenlediği Gazze filosuna katıldı. MV Mavi Marmara gemisinde kampanyaya katılan Cevdet Kılıçlar, İsrailli deniz komandolarının filoya saldırısında öldürüldü. Kılıçlar’ın fotoğraf çekerken alnından vurulduğu tespit edildi.
Kılıçlar 4 Haziran 2010’da Beyazıt Camii’nde cenaze namazının ardından Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi.
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi Çukurambar’daki 1433. sokağın adını Kılıçlar’ın anısına “Şehit Cevdet Kılıçlar Sokağı” olarak değiştirdi.[10]
İBRAHİM BİLGEN
Irak’ın Musul şehrinden Batman’ın Gercüş ilçesine göç eden bir aileden gelmektedir. 2 Mart 1949’da Batman’ın Beşiri ilçesinde doğmuş ve ilkokulu Mardin’de okumuştur. 5 Ağustos 1974’te öğrenci iken evlenen Bilgen 6 çocuk sahibiydi.
Mesleki kariyeri
Elazığ Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden 1976’da mezun oldu. Askerliğini 1980’de Antalya’da yedek subay olarak yaptı. Siirt Yem Fabrikasında uzun yıllar elektrik mühendisi olarak çalıştı. Fabrikanın özelleştirilmesinin ardından Siirt Devlet Hastanesine geçti.
Gazze filosu
Mayıs 2010’da İHH İnsani Yardım Vakfı gönüllüsü olarak İsrail ablukası altındaki Gazze’ye insani yardım götüren Gazze filosunda yer aldı. “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” kampanyası için doldurduğu bilgi formunda, “gemide ihtiyaç duyulduğunda başvurulabilecek yetenekleri” kısmında elektrik ve tesisat işlerinde yardımcı olabileceğini belirtmişti. Mavi Marmara gemisinde kampanyaya katılan Bilgen, İsrail askerlerinin filoya saldırısında öldürüldü.
Bilgen’in otopsi raporunda; sağ omuz, sırt, sağ kalça ve sağ şakak olmak üzere 4 yerinden vurulduğu belirtiliyordu. İHH İnsani Yardım Vakfı başkanı Bülent Yıldırım, İsrailli komandoların Bilgen’i Filistin İslamî hareketi lideri Raid Salah’a benzediği için öldürdüğünü iddia etmiştir.
Öldürülmesine tepkiler
Bilgen’in üyesi olduğu Elektrik Mühendisleri Odası yaptığı basın açıklamasında “İsrail’in, ancak devlet terörü ya da korsanlık olarak nitelendirilebilecek olan saldırı ve katliamını lanetle kınıyoruz” diyerek saldırıyı kınadı.
Kardeşi Burhanettin Bilgen “Ağabeyimle yola çıkmadan önce konuştum. Sonra hiç konuşamadık. Acımız çok büyük. Tek tesellimiz, şehit düşmüş olmasıdır. ABD emperyalizminin küçük çocuğu İsrail bir zülüm yaptı. Bu zülme karşı olanların başı sağolsun” oğlu Yusuf Bilgen, “Babam şehit olmak istiyordu. Allah bu şehadeti kendisine nasip etti. Onunla gurur duyuyorum” diyerek duygularını dile getirdiler.
AK Parti Siirt milletvekili Afif Demirkıran “İbrahim Bilgen kardeşimizin şehadeti kabul olsun. Ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum” dedi ve Gazzelilerin huzura kavuşuncaya kadar, haklarını elde edinceye kadar, kendi özgürce yaşayacakları ülkelerine kavuşuncaya kadar aklı selim insanların bu mücadeleye ortak olması gerektiğini kaydetti.[11]
Bilgen’in üyesi olduğu Saadet Partisi’nin başkanı Numan Kurtulmuş düzenlediği basın toplantısında, “Kendisi bütün hayatı boyunca bütün insanlığın hayrı, sulh ve selameti için mücadele eden bir kardeşimizdi. Bizleri ve bütün ailesini de şehidimizin şefaatine nail eylesin” dedi.
Bilgen’in cenazesi uçakla 4 Haziran 2010 günü İstanbul’dan Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan kara yoluyla Siirt’e getirildi. Çarşı Hacı Abdülhakim Camii’nde kılınan cenaze namazı ardından Bilgen, Şeyh Musa Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi Çukurambar’ daki 1523. sokağın adını Bilgen’in anısına
“Şehit İbrahim Bilgen Sokağı” olarak değiştirdi.
İHH’nın düzenlediği Gazze’ye yardım filosonde bulunan FAHRİ YALDIZ’ın hayat hikayesi şöyle;
1967 yılında Adıyaman’ın Besni ilçesine bağlı Başlı köyünde dünyaya geldi. 9 yaşında iken babasını kaybetti. Atatürk ilkokulunda 2.sınıfta iken, Çelikhan ilçesi yatılı bölge okulunda kalmaktaydı. Ortaokul 2.sınıfta iken kardeşlerinin küçük olması ve evde çalışacak kimselerinin olmaması nedeni ile okulu yarıda bıraktı. Çeşitli işlerde çalıştı. Kadayıfçılık, tatlıcılık ve dondurmacılık işleriyle uğraştı.Daha sonra elektrik ustası yanında çalışıp elektrikçi oldu. Bunun yanı sıra küçük çaplıda olsa çeşitli ticaret işleriyle uğraştı. SANKO ve SÜTAŞ fabrikalarında elektrikçi olarak çalıştı. Bir dostunun tavsiyesi üzerine 1992 yılında Iğdır’da yapımı devam eden bir barajın elektrik bölümünde teknisyen olarak çalışmak üzere Iğdır’a gitti. Orada bir yıl çalıştı. Memleketi Adıyaman’a dönüp 1993 yılında evlendi. Aynı yıl daha önce çalışmış olduğu kadayıf imalat atölyesini, düğün takılarını satmak sureti ile devr aldı. Hayatın ağır yükünü omuzlarına alarak, büyük bir metanet ve sabırla yoluna devam eden şehid kardeşimizin dört erkek çocuğu bulunmaktadır. 1994 yılında yapılan yerel seçimlerde Refah Partisi Belediye Başkanının koruması görevini üstlendi. Akabinde 1995 yılında Adıyaman Belediyesine itfaiye’ye elektrikçi olarak işe başladı.1998 yılında açılan Milli Gençlik Vakfına üye olup uzun yıllar bu vakıfta aktif olarak çalıştı. Milli Gençlik Vakfının 28 Şubat süreci ile kapatılması sonucunda açılan Anadolu Gençlik Derneğinin başkanlık görevini 8 yıl üstlendi.1996 yılında kadayıf mesleğini genişleterek fabrika haline gelmesini sağladı.2003 yılında Adıyaman Belediyesi işçi sendikası yönetim kurulu üyeliğine seçildi.2007 yılında açılan Adıyaman İnsani Yardım Derneğinde aktif olarak çalıştı. Fahri YALDIZ kardeşimiz insani yardım konularında son derece fedakâr ve samimi olarak çalışırdı. hemşehrileri ve arkadaşlarını arasında sevilen Fahri YALDIZ çalışmalarda hiçbir fedakârlıktan kaçınmadığı için arkadaşlarınca deli diye nitelendirilirdi. İmanlı birisi olarak cihad ve şehadetin delisiydi. Fikirleri ve önerileri her zaman bir ilk olarak görülürdü. Düzenlenen konferans ve panellerde faal çalışırdı.
Bilim Araştırma vakfı tarafından Adıyaman’daki fahri temsilcisiyle beraber birkaç geçenin düzenlenmesini sağladı. Birçok gezi ve davetlere katıldı.1997 yılında meydana gelen Marmara depreminin yaralarına bir nebzede olsa gücü nispetinde derman olmak umuduyla Adıyaman Belediyesince gönderilen ekipte yer aldı. Depremzedelere birçok alanda yardımcı oldu.
Çevrede sevilen ve sayılan ve de fikirlerine değer verilen Fahri YALDIZI içine girdiği her ortamda kısa sürede dikkatleri üzerine çekebilen bir kişiliğe sahipti. Kamuoyu oluşturma açısından son derece başarılıydı. Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım sloganı ile yürütülen faaliyetlerin halka duyurulması için kendi özel arabasını faaliyetin reklam afişleriyle giydirip üzerinde ses cihazlarını birde ses cihazlarını çalıştıracak jeneratör monte edip Adıyaman merkez ile beraber Kahta, Besni, Çelikhan ve Gölbaşı ilçelerinde yapılan programların duyurulması için sokak sokak gezerdi ve bu uğurda olanca hızıyla durmadan çalışırdı. Aynı araçla aylarca dolaştı. İHH’nın beraberinde birçok milletten katıldığı “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” sloganı ile Gazze’ye gidecek filoya katılmak için aylar öncesinde hazırlık yaptı. Pasaport çıkarttı. Katılım formunu doldurdu. Hısım, akraba, arkadaş, dost ve çevresi ile beraber 4 çocuk ve eşiyle vedalaştı. “İnşallah şehit olmaya gideceğim” diyerek Antalya’ya Mavi Marmara gemisine bindi. Gemide ailesi ve arkadaşlarını arayıp son hasretini giderdi. Şahadete layık olan ve şahadet makamını hak eden adeta bunu hissedip doğduğu köyde zemzem suyu ile temelini attığı ve gerekirse evimi satar bunu tamamlarım dediği “Zemzem camisinin”in inşaatını başlattı ve kabasını bitirdi. Kendi tasarımı olan bir kolunda Filistin bayrağı olan yakasında Filistin atkısı dizaynı bulunan yeşil montunu giyip yine kendi tasarımı olan ve Filistin mücadelesinin sembollerinin aynaya takılı olduğu, üzerinde İHH bayraklarının takılı olduğu ve Adıyaman’dan Filistin’e yol açık sloganı yazılı olduğu arabası ile garaja giderken birde yüzünde şehit olacağı umudu ve heyecanını taşıyordu. Fahri YALDIZ dost canlısı ve cesaret örneğiydi. Hiç bir fedakârlıktan kaçınmaz ve her zaman kendisi için istediği arkadaşı içinde isterdi. İ.H.H ve YADER in beraber düzenlemiş oldukları kermeslerde sabaha kadar nöbet tutardı. O İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı baskında büyük bir cesaret göstererek deniz komandolarını etkisiz hale getirip esir almış cesur yüreklerden biridir. O şahadeti arzu etti. Allah’tan bir ulvi makamı cezdan talep etti.31 Mayıs günü saat 05:00 sularında Ortadoğu’nun gayri meşru Amerikan ve batı beslemeli Siyonist katilleri tarafından şehid edildi.
NECDET YILDIRIM
İstanbul’da yaşayan ve İHH’nın gönüllü üyesi olarak Filistin’e yardım götüren gemilerde görev alan 27 yaşındaki Necdet Yıldırım’ın yola çıkmadan önce eşi Refika Yıldırım ile 3 yaşındaki kızı Melek Yıldırımı Malatya’daki annesinin yanına gönderdi.Akşam Üzeri İHH Malatya Şubesi yetkililerinin verdiği acı haberle birlikte yıkılan aileye 112 ekipleri müdahale etti. Yıldırım’ın İstanbul’da yaşayan anne ve babasının da Malatya’ya geldiği öğrenilirken acı haberi duyan yakınları ise Necdet Yıldırım’ın Tandoğan Mahallesi’ndeki kayınbabasının evine koştu.Ağıtların yükseldiği evde sağlık ekipleri hazır bulundurulurken İl Sağlık Müdürü Hacı Bayram Zengin’de taziye evine gelerek acılı aileye başsağlığı diledi. İsrail askerleri tarafından öldürülen Necdet Yıldırım’ın cenazesi İstanbul’a getirildikten sonra defnedilmek üzere memleketi Malatya’ya getirileceği öğrenildi.
CENGİZ SONGÜR
Songür gemide fark etmiş, gitmeden önce kızı tarafından cebine konan mektubu. “Sana yazacağım yüzlerce cümle var ama kelimelerim düğümleniyor” diye başlıyor mektup, “Korkuyorum baba. Kardeşlerimin gözlerindeki hüznü annemin yüzündeki endişeyi gördükçe korkuyorum. Ama seni sonunda kaybetmek de olsa git baba… Bir yetimin gülümsemesi için, bir annenin duası için git baba… Geriye bir tek adın da dönse git… Senin kızın olmak çok ama çok güzel baba…” diyor kızlarından biri. Yedi çocuklu 47 yaşındaki baba gururla gösteriyor gemideki yolculara mektubu. 31 Mayıs 2010`daki İsrail`in Mavi Marmara gemisine saldırısında cebindeki mektupla şehit ediliyor. Cengiz Songür`ün İsrail askerleri tarafından şehit edilmesinin ardından kızları duygularını veda mektubuyla böyle aktardılar: “Kork İsrail. Korkuyu iliklerinde hisset. Bu kez ebabiller yüzerek geliyor. Bu kez ebabiller ağızlarında taş değil, ellerinde bilyeler taşıyor. Kork İsrail. Koskoca filleri ufacık taşlarla harap ettiren Rabbim, seni yok etsinler diye ellerinde bilyeleriyle ebabillerini yolluyor. Kork İsrail. Müminler artık yanı başında duruyor. Bir yıldızın ışıltısı sanmıştım önce gözlerindeki pırıltıyı. Yüzündeki tebessüm, ayrılığın buruk acısıdır demiştim. Oysaki kurşunlar yağıyormuş üzerine ve tebessümün, şahadete kavuşabilmenin hevesiymiş. Şimdi neredesin ve ne haldesin bilmiyorum. Gözlerimin nemine bakma babam, sadece çocukluktan ağlıyorum. Yoksa dimdik duruyorum seni izlerken, kızıma gösteriyorum ara ara yüzünü, o hâlâ seni balık tutmaya gitti zannediyor. Arada, elindeki gerçek silahları olta zannettiği İsrail askerlerini soruyor. Onlar arkadaşlarının katilleri. diyemiyorum babam, çünkü senden hep merhameti öğrendim. Acımayı, hissetmeyi ve sevmeyi. Sadece, Onlar, dedenin balık tutmasını istemeyenler kızım, diyebildim. Oysaki denizden balık değil, özgürlük çıkacak babam. Filistinli çocukların ellerinden özgürlük tutacak. Senin en güzel ikramın özgürlük olacak. Artık eminim babam, sen özgürsün, biz özgürüz, Gazze özgür babam.”
CENGİZ AKYÜZ
Cengiz Akyüz 15 Mayıs 1969’da Mardin Midyat’ta doğdu. Üç çocuk babası olan Akyüz’ün iki kızı ve bir oğlu var. Çocukluğundan itibaren alçı-dekorasyon işinde çalışan Akyüz, çevresinde hareketli, insan canlısı, yardımsever ve neşeli bir kişi olarak biliniyor. Gazze’ye insani yardım götürmek için organize edilen filoya katılım formunda yardım edebileceği alanları “inşaat işleri” olarak belirtmişti. Gazze’de yaşayan evsizler için bir şeyler yapmak isteyen Akyüz, bu konvoya neden katıldınız sorusunu ise “Allah için.” diyerek özetlemişti. Herkesin yardımına koşan hareketli, aktif bir kişi olan Cengiz Akyüz, çevresinde muhabbetli, latif şakalarıyla insanlara mutluluk dağıtan, yüzmeyi çok seven, satranç oynayan ve çocuklarla iyi anlaşan bir insan olarak tanınıyor. Her sabah evden çıkarken gördüğü yakın arkadaşına “Heyben doluysa (sevgi, neşe, umut, selam yüklüysen) haydi bismillah, çıkalım ve insanlara dağıtalım…” diyen Akyüz, her daim güler yüzüyle hatırlanıyor. Çevresindeki herkesin düğününe, cenazesine katılır ve güzel sesiyle ilahiler, ezgiler söyler, bendir çalarmış. Cengiz Akyüz’ün en sevdiği türküler şehadet türküleriymiş. Gazze için yola çıkmadan önce arkadaşlarıyla vedalaşırken “Artık benim için de bir şehadet türküsü yazarsınız.” demiş. Dostlarının hem iyi hem de kötü günlerinde yanında olması hasebiyle çok geniş bir çevreye sahip olan Akyüz, İskenderun İnsani Yardım Derneği üyesiydi ve İskenderun’daki birçok sivil toplum kuruluşunun çalışmalarına da gönüllü olarak katılmaktaydı. Bu yolculuğa çıktığında Cengiz Akyüz’ün en çok istediği şey Gazze’de yapılacak hastanenin malzemelerini buradaki kardeşlerine ulaştırmaktı. Gemiye binmeden önce hanımına son sözleri “Çocuklara iyi bak, okumaya önem versinler ve namazlarını mutlaka kılsınlar!..” olmuştu.
Doğum tarihi: 15 Mayıs 1969
Doğum yeri: Mardin
Ölüm tarihi: 31 Mayıs 2010