Hattat Fatih Özkafa ile Söyleşi

0

Başlıksız-1

Öznur Özgür İç: Öncelikle bizi misafir ettiğiniz için öğrencilerim ve okulum adına teşekkür ederiz. Günümüzde önemli bir sanatı icra ediyorsunuz ve kaybolmaya yüz tutan değerlerimizi gün yüzüne çıkartıyorsunuz. Bu anlamda düşüncelerinizden ve bilgilerinizden istifade etmek için sizinle röportaj yapmak istedik. Müsaadeniz olursa öğrencilerimiz size birkaç soru soracak.

Fatih Özkafa: Tabi, buyrun.

Şamil Süslü: Bize kendinizden biraz bahseder misiniz?

1974 yılında Konya’da doğdum. 1992 yılında Selçuk Üniversitesi İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü’nde üniversite eğitimime başladım. Üniversite 2. Sınıfta yani 1994 yılında Hattat Yrd. Doç. Hüseyin Öksüz Hocamdan hüsn-i hat meşk etmeye başladım. 2002 yılında da sülüs-nesih icâzeti aldım. Daha sonra divanî ve celî divanî yazılarını meşk ederek talik derslerini alarak hat sanatını derinlemesine öğrendim. Diğer yandan 2003 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisans yaparak akademik alanda da çalışmalarıma devam ettim. 2005’te de Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’ne araştırma görevlisi olarak atandım ve aynı yıl öğretim görevlisi ve bölüm başkan yardımcısı oldum.

Benginur Çelik: Hocam, internet sitesinde iktisat mezunu olduğunuz yazıyor. Neden iktisattan hat sanatına yöneldiniz?

Tabi branş değiştirmek şaka gibi bir şey değil kolay da olmuyor. Bunun için hazırlık sınıfı okuduk. O süre zarfında eksiklerimizi telafi etmek ve yeni branşa alışmak için birçok ilgili kitabı okumak durumunda kaldık ve mümkün olduğunca açığı kapatmaya çalıştık.

Malumunuz ben esasen kamu yönetimi mezunuyum hat sanatına da üniversite ikinci sınıfta başladım. Hat sanatı zarif ve estetik bir sanattır. Gönlü ve ruhu işleyen bir yanı olmakla birlikte gönül işçiliğinin temel olduğu bir sanat dalıdır. Ve zannediyorum ki hat sanatına başlamamda; aile geleneklerimizin veya aile içinde gördüğümüz sevgi merkezli insanı eğitme metodunun etkisi olabilir. Babam çok düzenli tertipli planlı ve bir o kadar anlayışlı, ince düşünceli ve estetik ruha sahip bir insan. Mesela bize bir kez olsun: “ Namaz kılın!” dememiştir; ancak rol model olarak bizlerin namaz kılmasını sağlamıştır.  İşte böyle inançlarıyla inandıklarıyla ve yaptıklarıyla bir ahenk oluşturan aile eğitimimizin bende oluşturduğu bu hal sanırım hat sanatına meyletmemi sağladı.

Fatma Bürde Eken: Hocam konuşmanızda “Hilye-i Şerife” dediniz, Hilye-i Şerifin ne olduğunu bize anlatır mısınız?

Fatih Özkafa: Hilye İslam kültüründe Hz. Peygamber (s.a.v.)’in özelliklerini anlatan levha. Baş tarafında besmele olur kenar kısımlarında Efendimiz’in özellikleri yazı ile anlatılır. Orta kısmında bir ayeti kerime olur ve dört tane halifenin ismi bu hilyenin etrafına yazılır. Klasik usuldeki bu levhalara Hilye-i Şerif denir. Hat sanatında bu formu ilk olarak Hafız Osman’ın bulduğu söylenir. O günden bu güne her hattat yüzlerce hilye yazmıştır. Hem hat hem de tezhip açısından zor bir iştir. Bizde bir gelenek var. İçerisinde Hilye olan yere hırsızlık, zelzele ve doğal afet gelmez gibi rivayetler var. Eskiden insanlar üzerlerinde bile küçük Hilye bulundururlarmış. Hilye böyle bir levha. Ben de kırk tane Hilye-i Şerif üzerinde çalıştım. Kırkıncı Hilye-i Şerifi Hüseyin Öksüz hocaya götürdüm benden emanet olarak aldı. Altına icazet metni dediği klasik Arapça metnini yazdı. Biz onu tezhiplettik ve duvarımıza astık. O diploma yerine geçiyor. Ama lisans diploması dört yılda alınırken hat diploması yedi sekiz yılda alınıyor. Bu da sadece yazı çeşitlerinden bir ya da ikisine mahsustur. Daha on on iki tane yazı var. Bu yazıların hepsi tek tek meşk edilirse ancak o zaman onlardan icazet alınabilir. Birinden alınan icazetname diğer yazılardan icazetname alınmış demek değildir.

Fatma Bürde Eken: Peki hocam sözünü ettiğiniz on iki yazı çeşidinin hepsini öğrendiniz mi?

Fatih Özkafa: Biz hepsini meşk ettik. Hala meşk maceramız devam ediyor. Hoca talebe ilişkimiz devam ediyor. Hüseyin Öksüz hocayla da hâlâ çalışıyoruz. İcazet aldıktan bir müddet sonra uluslararası hat yarışması vardı ona katıldık ve sülüs dalında ödül aldık. Daha sonra yine Albaraka’nın bir yarışması oldu. Onda da sülüs dalında ödül aldık. Toplamda dört tane uluslararası ödülümüz var.

Şamil Süslü: Hocam hat sanatına diğer bir deyişle sabır diyebilir miyiz?

Fatih Özkafa: Birçok şeyden fedakarlık edecek kadar sabır isteyebilir. Fedakarlık etmeden bu işte başarılı olayım dediniz mi olmuyor. Zamanınızın çoğunu bu sanata vermek zorundasınız. Kimi zamanlar sizi; çevrenizden ve arkadaşlarınızdan alabiliyor. Öyle ki zamanınızın kontrolü hat sanatının elinde oluyor. Hat sanatı ince zarif bir sanat en küçük hatayı kabul etmez ve siz de böyle bir hataya maruz kalmamak için sabırla işinize odaklanırsınız. Yani harfin kıl kadar kalın olması bizim gözümüze batar, yarım milim uzun olması bizi rahatsız eder. Hat sanatı böyle bir sanattır. O bakımdan insan böyle bunlarla uğraştıkça ister istemez sabırla incelir, incelmek zorunda kalır.

Said Aydoğan: Hocam, insanın incelmesi hat sanatına bağlı mı diyorsunuz yani?

Fatih Özkafa: Hat olmak zorunda değil. Söylediğim gibi bazı insanlar için hattı meşk etmek, zulüm gibidir. Onun uygun sanatı neyse onu bulmak lazım. Kendi çocuğumun da hattat olmasını isterim, ancak zorlamıyorum. Resim yapabiliyor, eli yatkın böyle işlere.  Bakalım yavaş yavaş ne çıkacak. Çocukları illa hatta sevk etmek doğru değil, ama bir sanata sevk etmek lazım.

Said Aydoğan: Çocuğu terbiye etmek amacıyla ne tür sanatlara veya spor dalına yöneltebiliriz?

Fatih Özkafa: Başlık çok, alternatif çok. Mesela Mevlevilik tarikatına bakıyorsunuz, dergahta herkes aynı zamanda bir sanat eğitimi alıyordu. Ama illa belli başlı sanatlar değil. Bazıları saat tamiri ile uğraşıyordu mesela. Eskiden en meşhur saat tamircileri Mevlevi’ydi. Çünkü o da bir iş, o da bir sanat. Yani çocuklara alternatif sunmak, beğendikleri şeyi yapmalarını sağlamak daha avantajlı olur.

Fatma Bürde Eken: Peki, İstanbul Selatin Camileri Kuşak Yazıları adı altında bir teziniz var. Bu tezde neden camilerin kuşak yazılarına dikkat çektiniz?

Fatih Özkafa: Selatin demek Sultanlar demek. İstanbul’daki padişah camilerinin kuşak yazıları bizim tez konumuz. İstanbul’da 30’dan fazla Selatin Camii var. Bunların hepsini araştırdık. Bu yazılar da en uzun metrajlı yazılar. Ve burada genellikle Nebe Suresi,  Mülk suresi, Fetih Suresinden bazı ayetler veya Fetih Suresinin tamamı -dört buçuk sayfası- bir camiye yazılmış. Bu yazılar üzerinde çalışma yaptık. Hat sanatında celi yazı diyoruz bunlara. En meşakkatli yazı gruplarından birisidir, yazının gelişini mimari olarak gösteren yazıdır. Selatin camileri ise İstanbul’da en iyi sanatkârların mimarların görev yaptığı camilerdir. Dolayısıyla onlar üzerinden yazıyı incelersek, yazının tarihi gelişimini de iyice anlamış oluruz. Konuyu seçmemizin temel sebebi buydu. Yaklaşık 3-4 yıllık bir süre zarfında bu araştırma tez olarak ortaya çıktı.

Said Aydoğan: Hat sanatının ülkemizde tavan yaptığı, zirve yaptığı dönem Osmanlı zamanı mıydı?

Fatih Özkafa: 1400 yıldır sürekli ilerleme içerisinde olmuş hat sanatı. Osmanlı’nın ilk dönemlerinde estetik bakımından daha düşük iken, klasik dönemde biraz yükselmiş, son döneminde de en üst noktaya ulaşmış.

Ondan sonra hat sanatında 19. asır,  20. asır başları, estetik bakımından en iyi dönem. Harf inkılâbından sonra tabi Medresetü’l Hattatî de bir müddet sonra kapatılıyor, açılıyor, tekrar kapatılıyor derken hattatların bir kısmı işsiz kalıyor. O dönem sanat açısından iyi bir dönem değil, yaklaşık olarak 2000’li yıllara kadar. 2000’den sonra özellikle son 15 yılda yeni bir uyanışa geçti. Çok sayıda hattat yetişti.  Hatta rağbet arttı. Milletler arası faaliyet arttı. Şu anda her sene bir ya da iki uluslararası yarışma oluyor.  Bu yarışmaları çeşitli kurumlar düzenliyor. Sergiler açılıyor. Koleksiyoncu çoğaldı. Ekonomik durumun da biraz iyileşmesi sonucunda halkın sanata olan ilgisi arttı. Dolayısıyla hat sanatı 10 yıldır yeniden yükselişte.

Şamil Süslü: Peki hocam ebru ile ilgili bir çalışmanız bir merakınız var mı?

Fatih Özkafa: Ebru ile ilgili bir müddet ders aldım ancak baktım ki hatla birlikte zor olacak onu devam ettirmedim, ancak ebruyu çok severim. Hatta benim mütevazı bir ebru koleksiyonum bile var. Yazılarımın bir kısmının kenarına ebru yakıştırarak onları tezhip etmişimdir. Tezhip yerine ebruyu tercih ettiğim oluyor. Ebru sanatı çok zor ve çok güzel bir sanat. Zaten hattın iç içe olduğu birkaç sanat vardır; tezhip, cilt sanatı ebru sanatı hep iç içedir.

Şamil Süslü: Hocam, hat çalışmalarınızı biz internetten gördüğümüz kadarıyla inceledik. Peki, hangi konuları işlemeyi seviyorsunuz eserlerinizde?

Fatih Özkafa: Bizde geleneksel olarak en çok yazılan metinler Ayet-i Kerime ve Hadisler üzerine olur. Ondan sonra Kelam-ı Kibarlar, Divan edebiyatından şiirler gelir. Bu güne kadar baktığımızda bu dalların her birinde birçok eser vermişizdir. Başta Ayet ve Hadisler olmak üzere Mesnevî’den birçok beyit yazdım. Hatta biz Mesnevî’yi birkaç yıl önce proje olarak da çalıştık. Konya’da Mevlânâ haftasında sergilendi. Hz. Mevlânâ’dan Divan-ı Kebir ve Mesnevî’den birçok beyit yazıldı, tezhiplendi.

Benginur Çelik: Hat sanatını icra etmek isteyen kişinin hem edebiyata hem de tasavvufa yakın olması gerekir desek doğru olur mu?

Fatih Özkafa: Bu konuda Hz. Ali (r.a.)’nin bir sözü var. Biz onu öğrencilerimize de ezberletmeye çalışıyoruz. Arapçasıyla, Türkçesiyle. Bizim için çok önemli bir söz. 3 kelimeden ibaret, ama adeta hat sanatının manifestosudur. Hat hocanın öğretmesinde gizlidir ve onun kıvamı çok çalışmaktadır. Devamı ise İslam dini anlamaktadır. Bu üç temel prensibi yerine getirildiği zaman kişi tam manasıyla hattat olabilir. Tabi buna dahil olarak kişinin edebiyata ve tasavvufa yakın olması da önemli biz, Mehmet Zahid Kotku Hoca Efendiye intisap etmiş bir aileyiz. Tasavvuf da hat sanatının önemli bir yanıdır elbette. Yani sanata ruh vermek istiyorsak tasavvufla ilgili olmak hoş olur.

Said Aydoğan: Hocam, şöyle bir çıkarımda bulundum belki yanlış yorumlamış olabilirim. Hat sanatında şahıs belki çok yeteneklidir ama manevi derinliği yoksa onun meşki meşk değildir.

Fatih Özkafa: Tabi o anlaşılır zaten. Kişinin maneviyatı eserine yansır. Bunu içeriden birisi çok rahat çözebilir. Yani hattatın samimiyeti, maneviyatının güzelliği, ahlakının güzelliği yazısına yansır. Zaten hat sanatında maksat kişiyi kemale eriştirmektir. Yazıyı güzelleştirmek ikinci plandadır. Maneviyata ne kadar yaklaşırsa yazısı o kadar güzelleşir. Hat sanatında esas olan denge ve ahenktir. Bu dengeyi eğer bütün hayatına yansıtmazsa sanatına da yansıtamaz.

Öznur Özgür İç: Hocam sanat ve sanatçıya dair ne söylemek istersiniz?

Fatih Özkafa: Bu sorunuza Necip Fazıl’ın sözleriyle cevap vermek istiyorum:

“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.”

Said Aydoğan: Hocam kıymetli vaktinizi ayırıp bu güzel mekânda bizi ağırladığınız için teşekkür ederiz.

Fatih Özkafa: Estağfurullah. Ben teşekkür ederim.

Yorum Yaz