Yetmiş beş yaşındaydı Hacer Nine. Bu yaştan sonra yapacağı tek şey ibadetlerini yerine getirip oturmaktı. Ama onun bakması gereken iki küçük çocuk vardı. Onun için yaşam mücadelesi daha bitmemiş ve halen devam ediyordu. Vatani görevini yapmak için askere gönderdiği yiğidinin şehadet haberi gelmişti ansızın. O artık yoktu. Vatanı, milleti için canını feda etmiş, şehitlik mertebesine ulaşmıştı. Zorluklarla, fedakârlıklarla bugünlere getirdiği canından çok sevdiği evladı bu dünyadan ayrılırken iki tane emanet bırakmıştı Hacer Nineye. Oğlunun şehit haberinin ardından kısa bir süre sonra kızı gibi sevdiği gelinini de elleriyle kara toprağa koymuştu.
O günden sonra yetimler için hem ana hem baba olacaktı. İlerleyen yaşına rağmen çalışıp evini geçindirmeliydi. Küçük Osman ve Elif ’in hem ihtiyaçlarını karşılayacak hem de eğitimlerinin devam etmelerini sağlayacaktı. Onları çok seviyor, gözünden bile sakınıyordu. Osmancık ve Elifcik sadece torunları değil Hacer Nine’nin aynı zamanda yaşama sebebiydiler. Onlar olmasa Hacer Nine yaşadığı üzüntülerle başa çıkamaz, hayatını devam ettirmekte zorlanırdı. Hacer Nine, Osman ve Elif hayat yoldaşıydı. Birbirlerinden başka kimseleri yoktu.
Hacer Nine sabahları onları okula gönderdikten sonra kendi de pazara çıkardı. Küçük ama insanın içini ısıtan evinin bahçesinde buruşmuş elleriyle yetiştirdiği sebze ve meyveleri dizerdi tezgâhlara özenle. Pazarın en güler yüzlü, en sıcakkanlı insanıydı Hacer Nine. Yaşadıklarına rağmen asla isyan etmez şükredecek bir şey bulurdu illaki. Yaşlılıktan çökmüş yüzünün içinde kalan iki çift gözü döktüğü yaşlara rağmen hep gülümserdi. Etrafındaki insanlara örnek olur zorluklar karşısında cesaret verirdi onlara. Hak etmediği hiçbir ücreti kabul etmez, sattıklarının karşılığını alırdı ancak. Yetiştirip sattığı ürünlerle geçinip giderlerdi. Elif ve Osman da okul çıkışında pazara gelerek Hacer Nineye yardım ederlerdi. Akşam olunca birlikte eve dönerlerdi. Hacer Nine sobayı yakar, yemeği koyardı üzerine. Sobanın etrafında toplanıp Elif ve Osman’ın anne ve babasının da içinde olduğu hatıraları konuşup biraz ağlar biraz gülerlerdi. Gece geç saat olmadan günün yorgunluğuyla hemen uykuya dalarlardı. Ertesi gün yine onları insan bağırışları, çocuk çığlıkları, yerlere dökülmüş meyve sebze kalıntıları, koşuşturma içinde olan ayaklar, pazar arabaları, bekliyordu pazarda. Hayat hala devam ediyor, bir şekilde geçiyordu.
Fatma Özlem Urgan
Enderun Liseleri AL 10-B