Çocukluk, hepimizin bir dönem yaşadığı ancak yaşarken farkında olamadığı, büyüdükçe özlemle hatırladığımız bir dönem olmanın ötesinde çok daha büyük anlama sahiptir. Zamana yenik düşerek kaybettiğimiz masum duygularımızdır çocukluk… Yaşamın ilk yıllarında temeli atılan, ileri yaşlardaki yaşantıyı büyük ölçüde etkileyecek yegâne bir dönemdir çocukluk.
Çocuk hakları haftasının kutlandığı bugünlerde, “çocuk nedir” sorusu önem kazanıyor. Çocuk, Allah’ın hediyesi ve emaneti, saflığın sembolü, kâinatın en kıymetli varlığı… Çocuk masumdur, duyarlı ve bağımlı bir varlıktır. Aslında çocuğu tanımak ve anlayabilmek insanı tanımaktır. Biz büyükler; nedense çocukların yetişkinlerden farklı fiziksel ve psikolojik özellikleri olduğunu, onların özel ihtiyaçlara sahip olduğunu hatırlayamayız, unuturuz ya da öyle görünürüz. Oysa onlar, büyür ve gelişirken bize düşen sorumluluk; onların temel hak ve özgürlüklerini korumak ve hayallerine ulaşabilmeleri için güzel bir çocukluk geçirmelerini sağlamaktır. Yüce Allah, Kur’an’da: “Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı yakıtı taş ve insanlar olan ateşten koruyun.” (Tahrîm, 66/6) buyururken, çocukları dünyevî ve uhrevî hayata hazırlamanın önemli bir mesuliyet olduğuna işaret etmiştir. Zira Allah Resûlü de: “Bir baba evlâdına güzel edep ve ahlâktan daha üstün bir miras bırakmış olmaz.” (Tirmizi, Birr 33) ve “Çocuklarınıza ikram edin ve onları güzelce terbiye edin.” (İbn Mâce, Edeb 3) buyurarak bu vazifenin asla ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Çocuğun önemi sadece bireysel anlamda değil, toplumsal anlamda da tezahür eder. Her toplum çocuklarına geleceği olarak bakar. Çocuğun; beslenme, barınma ve eğitimi her toplum için çok önemlidir. Bunlar çocuğun en temel hakkıdır. Tüm bu haklar, çocuğun içinde yaşadığı toplum tarafından sağlanır. Ancak ne acı ki günümüzde bu haklara sahip olamayan milyonlarca çocuk bulunmaktadır. 20 Kasım Evrensel Çocuk Günü (Universal Children’s Day) bu haklara ulaşamayan çocuklar hakkında farkındalık yaratmak amacıyla kabul edilmiştir. Özellikle savaş ve yoksulluğun hüküm sürdüğü coğrafyalarda yaşam mücadelesi veren çocukları korumak ve koşullarını iyileştirmek için 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme” imzalanmıştır. Dünyanın yakın tarihte farkına varabildiği çocuk hakları, asırlar öncesinden Peygamberimiz tarafından tebliğ edilmiştir. Bu nedenle, ahlakı Kur’an olan Peygamberimizin, çocuk eğitimindeki metodu ve yaklaşım biçimi bizim örnek alacağımız uygulama olmalıdır. Zira Peygamber efendimiz; çocuk eğitiminde sabır ve tedricilik, sosyal öğrenme ve pozitif disiplin anlayışını asırlar öncesinde uygulamıştır.
Günümüz anne-babalarının bu örnek uygulamalara ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Anne ve babalar geçmişle kıyasladığımızda daha bilinçli ve eğitimli. Ancak bazıları kendi aldıkları eğitimin bir sonucu olarak, bazıları ise kendi anne-babasının yaşattıklarını, çocuklarına yaşatmama gayretiyle çocuk eğitimine daha fazla önem gösteriyor. Aslında yüzeysel baktığınızda güzel bir durum. Çocuğunu önemsiyor, onun iyi bir şekilde yetişmesi için daha çok emek ve maddi imkân sağlıyor. İstediğimiz de bu değil mi. Bu da yetmiyor; kitaplar, seminerler, radyo ve televizyon programları takip ediliyor. Buraya kadar her şey gayet güzel. Ne var ki, sürecin sonucunda anne babaların yakınmaları aynı cümlelerden oluşuyor. “Bu kadar ilgiye karşın beklediğimiz davranışları neden göremiyoruz, nerde hata yapıyoruz?” Güzel bir soru. Neden acaba? Bu kadar anne babanın aynı cümleyi sarf etmesi bir tesadüf olamaz sanırım. Anne babaların “Çocuğunuzla ilgili olun.” cümlesini, “Onun her dediğini yapın.” olarak algılamaları olmasın. Ya da “Çocuğunuza değer verin.” ifadesini “ Hayatınızın merkezine çocuğu alın” olarak yorumlamaları olmasın. Daha bitmedi; “Çocuğunuza kaliteli zaman ayırın ve sevgi gösterin” ibaresini “Aman sınır koymayın, hatta tüm sınırları kaldırın” şeklinde yorumlamaları mı olsa gerek.
Evet, çocukla ilgileneceğiz, onu çok seveceğiz, ki aksi mümkün değil. Evet, her çocuk özeldir. Evet, her çocuk değerlidir ve değerli olduğunu hissetmek ister. Buraya kadar her şey iyi hoş. Ancak kimi aileler tüm bu söylemleri “Hayatınızın merkezine çocuğunuzu alın” olarak yorumlarlar. Çocuklar bunları yaptığınızda ne yaparsanız yapın zannettiğiniz gibi çok ama çok mutlu olmazlar. Unuttuğunuz bir şey var, çocuk değerli olduğunu; gözlerinin içine bakıldığında, oyun oynarken iyi bir oyun arkadaşı olduğunuzda, okulda olan bitenleri anlatırken onu şefkatle dinlediğinizde, o emeklerken yanında emeklediğinizi hissettiğinde mutludur. Bu çocuğun en büyük hakkıdır. Bizim kültürümüz ve inancımız gereği çocuk her zaman anne ve babasının desteğine ihtiyaç duyar. Anne baba çocuğun hayat boyu öğretmenidir.
Çocuk sevgi ile büyür, hatta sevgi olmazsa çocuğun bedeni kadar ruhu da yıpranır. Anne ve babanın çocuğa yönelik en önemli sorumluluğu, çocuğun sevgi ihtiyacının giderilmesidir. Ancak dengeleri kaybetmeden. Kitaplarda yer alan klişe cümlelerle değil de, bu cümlelerin derin anlamları ile eğitmek gerekir çocukları. Okuduğumuz ya da duyduğumuz her cümleyi çocuğa uyarlamaya çalışarak değil, her çocuğun kendine ait bir kitabı olduğunu unutmadan. Dengeleri yitirmeden. Dengelerini yitirmiş olarak çocuğa verilecek sevgi, hayal kırıklığına uğratır. Yaşama sevinci yok olur, öğrenme hızı yavaşlar, daha da ilerisi akademik başarısı engellenir. Sosyal becerisi körelirken, bir zincirin halkaları gibi birbirini etkileyen süreç sonunda: “En mükemmel benim, en mükemeli benim olmalı ” şeklinde acımasız bir sonuca varması kaçınılmaz olur.
Dünya çocuk haklarının kutlandığı şu günlerde muhatabı çocuk olan günün hakkını muhatabına verelim… Çocuğun en önemli hakkı olan sevgiyi ve akabinde gelecek tüm hakları…Ama önce illa ki sevgi.. Çocuk diyerek geçmeyin… Eğer bir çocuk sevgi ile büyüyorsa sevgisizlikten körelmiyorsa, yıkmaya hiçbir gücün erişemeyeceği toplum oluşuyor demektir. Zira sevgi, alanı da vereni de yüceltir. Sevgi gün geçtikçe kaybettiğimiz değerlerimizin eşiği, olmazsa olmazıdır. Son bir cümle her şeyi ifade edecek sanırım: “Sevgi varsa sorun yok.”