Enderun Liseleri Değerler Eğitimi

0
  • 2015-2016 DEĞERLER EĞİTİMİ KONU BAŞLIKLARIMIZ

    Hızla değişen dünyada hem değişime ayak uydurabilen hem de değerlerine sahip çıkabilen ve buna uygun davranabilen insanlar yetiştirmeyi amaç edinen Enderun Liseleri, akademik çalışmaların yanında karakter gelişimlerini de desteklemek için çalışmalar yapar.

    Okulumuzda “Değerler Eğitimi” programı sene başında belirlenen programa göre uygulanır. Bu değerlerle ilgili yürütülen çalışmalar her dönem sonunda “Enderun Değer” dergisinde toplanır ve okuyucularımızla paylaşılır. Pano çalışmalarıyla öğrencilerin dikkatini konu üzerine yoğunlaştırması sağlanır. Değerlerimizle ilgili afiş çalışmaları, özlü sözler, ayet ve hadislerle desteklenerek sergilenir. Bu çalışmalar aynı zamanda web sitemizde her ay “Değerler Eğitimi” bölümünde yayınlanır.

    Değerler eğitiminde İşlenecek konuların aylık çalışmalar:
    Ay Konular Sorumlu Öğretmen I Sorumlu Öğretmen II
    Ekim-Kasım Söylem ve Eylem Tutarlılığı İlker VAROL A. Ali SHAHMANOV
    Şükriye AFŞAR
    Aralık-Ocak Nefsi Tezkiye Mehmet ÇAT Ziya PINARBAŞI
    Seyit Ali YAŞA
    Mart –Nisan Nezaket ve Görgü Sümeyra YÜZÜGÜLDÜ Halim SELVİ
    İsmail EKMEKÇİ
    Mayıs -Haziran İyilik Severlik Said AYDOĞAN Merve KÜÇÜK
    Rabia ÖZÇORUMLU

     

    Ay DEĞER ROL MODELLER SORUMLU ÖĞRETMEN I SORUMLU ÖĞRETMEN II
    Ekim HACI VEYİS ZADE Selma LÖK Seyit Ali YAŞA
    Kasım FATMA ALİYE Rabia ÖZÇORUMLU Harun KARAKUŞ
    Aralık EMİNE ŞENLİKOĞLU Şükriye AFŞAR Sümeyra YÜZÜGÜLDÜ
    Mart ALİ ULVİ KURUCU Halim SELVİ Merve KÜÇÜK
    Nisan RASİM ÖZDENÖREN İlker VAROL Mehmet ÇAT
    Mayıs SEZAİ KARAKOÇ Ziya PINARBAŞI Said AYDOĞAN

     

  • SÖYLEM VE EYLEM TUTARLIĞI

    Söylem ve Eylem Tutarlılığını tüm davranışlarımızda doğruluk anlamına gelen “SIDK” kelimesiyle ifade edebiliriz. Peki,  “SIDK”  ne demektir?

    SIDK : Eski sözlüklerde ”vakıaya uygun hüküm ifade eden söz, yalanın karşıtı” diye tanımlanan sıdk kelimesi ayet ve hadislerle diğer İslami kaynaklarda “hakikati konuşmak, gerçeğe uygun bilgi vermek, dürüst ve güvenilir olmak, vaadine sadakat göstermek” anlamında kullanılmaktadır.

    Yüce Rabbimiz,  Kutsal kitabımız Kur’ân’ı Kerîm’de Saf Suresi 2 ve 3. Ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ (2) كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللَّهِ أَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ (3)

    “Ey îman edenler, niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? (2) Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir(3).”

    Bu Âyet-i Kerîme’den de anlaşılacağı üzere yalan konuşmak, dinimiz tarafından çok büyük bir günah olarak anlatılmış ve haram sayılmıştır. Ayrıca böyle bir davranışın  büyük bir ceza gerektirdiği de haber verilmiştir. Yüce Rabbimiz, kullarının sözlerinde, fiillerinde, niyetlerinde ve tüm davranışlarında daima doğru, dürüst  ve güvenilir olmalarını istemiş ve bunu da açık ve net bir şekilde açıklamıştır.

    Ayrıca Kurân’ı Kerîm’i yaşayarak uygulayan Hz. Peygamber’in(s.a.v) şu öğüdünü çok iyi dinlememiz ve hayatımızın her alanında uygulamamız gerekir.

    “Size doğruluğu öğütlerim ; çünkü doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Doğruluğu şiar edinen kimse Allah katında Sıddîk (çok doğru sözlü) diye yazılır. Yalan söylemekten sizi men ederim; çünkü yalan söylemek günaha, günah da cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet Allah katında Kezzâb ( çok çok yalan söyleyen) diye yazılır”.(Buhari, “Edeb”, 69; Müslim, “Birr”, 103- l 05)

    Bu öğüt sadece hadis kaynaklarında değil aynı zamanda sıdk konusuna yer veren hemen hemen bütün ahlak ve tasavvuf  kitaplarında da yer almaktadır.

    Hz. Mevlâna ise Mesnevi’sinde :

    “ Ya da Olduğun Gibi Görün

    Ya Göründüğün Gibi Ol”

    buyurarak doğruluğun ne kadar önemli olduğunu bizlere en güzel şekilde anlatmıştır.

    İmam Gazzâli Hazretleri ise doğruluğu altıya ayırmıştır. Bunlar :

    1. A) Konuşmada Sıdk : Söylenen ve verilen  her sözün yerine getirilmesi ahlâkî bir ödevdir.
    2. B) ) Niyet ve İradede Sıdk : Bir kimse sözünde doğru olduğu gibi iç dünyasında da doğru olmalıdır.
    3. C) Karar Vermede Sıdk : İnsan iyi ve doğru olduğuna inandığı bir işi yapmaya dürüstlükle karar vermelidir.
    4. D) Kararında Durma Hususunda Sıdk : Bir konuda verilmiş olan doğru kararı sürdürmeyi ifade eder.

    Özellikle kötü alışkanlıklardan tövbe edip bir daha bunlara dönmeme hususunda büyük önem taşır.

    1. E) Amelde Sıdk : “İyilikleri gösteriş için değil sırf iyi ve gerekli olduğu için yapma, kötülükleri de aynı anlayışla terk etmek” gerekir.
    2. F) Dini ve Mânevî Hallerde Sıdk : Kulun Allah’a saygı ve bağlılığını gösteren havf, reca, tazim, zühd, tevekkül, muhabbet gibi manevi hallerdeki doğruluk ve samimiyeti sıdkın en ileri derecesi olarak değerlendirmiştir

    Ebu Süfyan’ın henüz müslüman olmadığı dönemde Bizans imparatoru Herakleios’un sorusu üzerine Hz. Peygamber’in kişiliği ve daveti hakkında verdiği bilgiler arasında, “O bize doğruluğu, iffetli olmayı ve akrabalık hukukunu gözetmeyi emrediyor” ifadesi de yer almaktadır. (Müsned, 1, 262, 263; Buhari, “Bed’ü’l-vahy”, 6; Ebu Davud, “Edeb”, 85). Bizzat Rasululah da, “Aranızda Allah’tan en çok korkan, en doğ­ru olan ve en çok iyilik yapan benim” demiştir (Buhari, “icrişam”, 27). Kelam ilminde bütün peygamberlerin beş niteliğinden birinin sıdk olduğu belirtilir.

    1. a) Konuşmada sıdk : Söylenen her sözün dini ve toplumsal bir zarara yol açmadıkça gerçeği yansıtması , verilen her sözün yerine getirilmesi ahlâki bir ödevdir. Hadislerde sadece karı-koca arasındaki geçimsizliği gidermek, savaşta düşmana üstün gelmek ve insanlar arasında barışı sağlamak niyetiyle yalan söylenebileceği bildirilmiştir. (Müsned, VI. 459, 461; Ebu Davüd, “Edeb”, 50; Tirmizi. “Birr”, 26)
    2. b) Niyet ve irâdede sıdk : Bir kimsenin sözünde doğru olması yanında iç dünyasında da dürüst olması, hakikati ifade etme niyet ve isteği taşıması gerekir. Hz. Peygamber’in, “Allah sizin bedenlerinize şekillerinize) ve mallarınıza değil kalplerinize ve amellerinize bakar” (Müslim. “Birr”, 33, 34) ; “Ödemek niyetinde olmadığı halde borçlanan kimse hırsızdır” (İbn Mace, “Şada-t”, ı O, ll) anlamındaki hadisleri bunu ifade etmektedir. Gazzâlli’ye göre bir kimsenin amacı gerçek, niyeti doğru olur, iradesi hayra yönelirse böyle biri sıdk veya sıddık diye nitelenir. Ahlaki bakımdan önemli olan sözün kelimeleri değil bunların arkasındaki niyet ve iradedir. Buna göre bir kimse diliyle, “Allah’a yöneldim; ben Allah’ın kuluyum ; Allah’ım Yalnız sana kulluk ederim” derken kalbi Allah’tan başka şeylerle meşgul olursa onun bu söyledikleri yalandan ibarettir. Gerçek kul varlığını nefsine değil mevlasına adayandır, bu da sıddıkların derecesidir (İf:ıya’, IV, 388-389; rıca b k. SIDK).
    3. c) Karar vermede sıdk : Niyet ve iradeden sonraki bir doğruluk ve dürüstlük aşaması olup insanın iyi ve doğru olduğuna inandığı bir işi yapmaya dürüstlükle karar vermesini ifade eder.
    4. d) Kararında durma hususunda sıdk : Bir konuda verilmiş olan doğru kararı sürdürmeyi ifade eder. Karar verme ve kararında durmadaki dürüstlük, özellikle kötü alışkanlıklardan tövbe edip bir daha bunlara dönmeme hususunda büyük önem taşır.
    5. e) Arnelde sıdk : Ahlak alimleri arnelde dürüstlüğü “iyilikleri gösteriş için değil sırf iyi ve gerekli olduğu için yapma, kötülükleri de aynı anlayışla terk etme bilinci ve sorumluluğu” olarak açıklamışlardır.
    6. f) Dini ve manevi hallerde sıdk : Özellikle tasavvufi kaynaklar kulun Allah’a saygı ve bağlılığını gösteren havf, reca, ta’zim, zühd, rıza, tevekkül, muhabbet gibi manevi hallerdeki doğruluk ve samimiyeti sıdkın en ileri derecesi olarak değerlendirmiştir (a.g.e., lV, 386-392) Seyyid Şerif el-Cürcani’nin kaydettiğine göre hakikat ehli sıdkı “ölümü pahasına da olsa gerçeği söyleme” diye tarif etmiştir (et-Ta’rf{at, ”şıd” md.). Cüneyd-i Bağdadi’nin de sıdkı böyle anladığı belirtilir (Kuşeyr , ll, 451 ). Ancak İslam Alimleri hayatı bir tehlike karşısında yalan söylemeyi caiz görmüştür (bk. YALAN)

    Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), bir Müslüman’ın din kardeşini aldatamayacağını çok açık bir şekilde vurgulamış ve söyle buyurmuştur :

    مَنْ غَشَّنا فَلَيْسَ مِنَّا”  Bizi Aldatan Bizden Değildir ”  ( Müslim, İman 164)

    Bu ve benzeri  âyet ve hadis-i şeriflere baktığımız zaman hem yüce Rabbimiz (c.c), hem de sevgili Peygamberimiz (s.a.v), bizlerden özünde, sözünde, iç ve dış dünyasında dolayısıyla tüm davranışlarında doğru olan bir Mü’min olmamızı istemiş ve bunu da açık bir şekilde beyan etmiştir. Böyle davranmayan, gerek söz ve davranışlarında gerekse insanlarla olan ilişkilerinde ikiyüzlülük yapanları ise Peygamber Efendimiz (s.a.v), “münafık” olarak tanımlamış ve münafıkların alametlerini aşağıdaki hadiste üç madde halinde açıklamıştır. Bu hadise göre münafık :

    1. Konuştuğunda yalan söyler
    2. Söz verdiği zaman sözünde durmaz
    3. Kendisine bir şey emanet edildiği zaman emanete ihanet eder.

    (Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların emin olduğu kimsedir.) [Buhari]

  • HZ.ÖMER VE ADALET
    Rasulallah Rabbinden niyazda bulundu. “Allah’ım İslam’ı Ebu Cehil Bin Hişam ve ya Ömer Bin Hattab’la kuvvetlendir.” Rasulallah’ın İslam’la şereflenmesi için Rabbin’den niyazda bulunduğu iki Ömer’den Ebu Cehil Rasulallah’ın mübarek bedenini ortadan kaldıracak olana 100 deve vaat ederken , Ömer Bin Hattab bu işe talip olup yola çıkıyordu. Ömer Bin Hattab’ın önünde 2 yol vardı. Ya atalarının dinine karşı çıkıp tağutları yıkan, insanları hak dine davet eden Hz. Peygamber’in mübarek bedenini ortadan kaldırıp kavmi arasındaki şan ve şerefini artıracak ya da Rabbi peygamberinin duasına icabet edip Ömer’e hidayet nasip edecek; Ömer İslam’la şereflenip cennete adını yazdıracaktı. Hz. Peygamber dilerde Rabbi kabul buyurmaz mı hiç. Ömer’in kalbine sekinet verdi, kalbini islama ısındırdı. Ölmek için zelil olmak için yola çıkan Ömer İslam’la dirildi. Hz. Ömer 40. müslümandı. Gücü, kuvveti, izzet ve şerefi İslam’ın emrindeydi artık ve dedi ki “Ne duruyoruz. Gidip Kabe’de ibadetimizi açıkça yapalım.” Hz.Nebi yanında Hz. Hamza ve Hz. Ömer ile Kabe’ye yöneldi. Müşrikler şaşkındı. Bu Ömer başka Ömer ve müşriklere haykırdı. “Kimse yerinden kıpırdamasın, boynunu vururum.”

    Hz. Peygamber ve beraberindekiler Kabe’de açıkça ibadetlerini yaptılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber Hz. Ömer’e “Hak ile batılın arasını ayıran manasına gelen “Faruk” unvanını verdi.” Ve Cibril Hz.Nebi’ye gelerek “Gök ehli Ömer’in Müslüman oluşunu birbirlerine müjdeliyor” dedi. Hz.Ömer Müslüman oluşuna Gök ehlinin sevindiğini adaletin simgesi yüce şahsiyet. Hz.Ömer , Hicret emredilince Kabe’ye gidip tavaf edip iki rekat namazdan sonra müşriklere dönüp “İşte gidiyorum. Anasını ağlatmak, karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa çıksın” diyen; Rasulallah’ın “Ömer ve şeytan bir vadide baş başa kalsalar şeytan orayı hemen terk eder” dediği şeytanı korkudan kaçıran yolunu değiştirten cesur adam. Hz.Ömer Hz.Ebubekir’den sonra halife seçilince ümmete şu konuşmayı yapan adam. “Cenabı Hak beni işlerinize vekil tayin etti. Size faydalı olacağımı umut ederim. Yüce Allah’tan da bana yardımcı olmasını sizin haklarınızı koruma hususunda bana ilhamda bulunmasını niyaz ediyorum. Çünkü ben zayıf bir kulum. Bana ancak Allah’ın yardımı kuvvet verir. Halifelik vazifesini üzerime almış olmak inşallah ahlakımdan hiç bir şeyi değiştirmeyecektir.

    Büyüklük cenabı hakka mahsustur. Kulların büyüklenmeye hakları yoktur. Hiçbiriniz Ömer halife olunca değişti demesin. Ben hakkı kendi nefsimden önce düşünürüm.Onu daima başa alırım.Yaptığım işleri de size açıklarım. İçinizden haksızlığa uğrayan ve kendisine zulmedilen olursa bana haber versin. Çünkü ben de sizin gibi bir insanım siz söylemezseniz ben bilmem.” Ve Ömer Allah’a şöyle dua eden halife “Allah’ım ben sert ve şiddetli biriyim. Bana yumuşaklık ihsan eyle. Ben güçsüzüm bana kuvvet ver. Ey Rabbim idaresini üzerine aldığım bu ümmeti doğru yola iletmem için bana güç ve kuvvet ver.” Hasılı Hz. Ömer adalet ve cesareti hep ön planda tutmuş, 1400 yıldır ümmetin aklına adalet denince Hz.Ömer , Hz.Ömer denince adalet gelmiş mübarek insan. Fırat kenarında bir kurt bir kuzuyu yerse Allah bunu benden sorar diyen yiğit adam. Ve kendisini namazda bıçaklayan ve şehadetine sebep olanın bir mecusi olduğuna sevinip “Bir Müslüman olsa idi bu yüzden cehenneme girse idi ben ne yapardım diyen halife.”

    Bu bağlamda Hz.Ömer bizler için sadece tarihi bir kişilik olmayıp adalet ve cesarette örnek ve yarışılması gereken biri olmalıdır. Zira hepimiz küçük, büyük, kurum, işletme, aile vb. yerlerde yönetici konumundayız. Ve muhataplarımıza adaletle hükmetmeliyiz ki Allah bize merhamet buyursun. Ve son söz olarak eğer adaletin ne olduğunu merak ediyorsak Hz.Ömer’e bakmamız yeterlidir. Selam Hz.Ömer’in adaletini yaşatma kaygısı güdenlere olsun. Dua ile.

    Ziya PINARBAŞI

    Matematik Öğretmeni

  • HZ.OSMAN
    Merhabalar II.dönemin başlamasıyla birlikte değer eğitimlerimizde süregidiyor. Bildiğiniz üzere bu yıl değerler eğitim konumuz dört büyük halife idi. Mart – nisan aylarının değer konusu Hz. Osman Bin Affan (ra).Konu başlıklarıyla Hz.Osman’ı (ra) anlatalım…

    İSLAM’I KABUL ETMESİ

    İSLAM’I KABUL ETMESİ Peygamberimizin üçüncü halifesi, hayâ ve edep numunesi Hz. Osman, hayatta iken cennetle müjdelenme bahtiyarına sahip olmuştur. Hz. Ebû Bekir, ilk defa eski samimi dostlarını ziyaret ederek hak dini onlara anlatmaya başlamıştı. Bu dost¬larından biri de Hz. Osman’dı. Hz. Osman yaradılıştan halim selim, iyi ahlaklı ve dürüst bir şahsiyetti. İslam’ı kabule müsait bir mizaca sahipti. Hz. Ebû Bekir’i dikkatle dinledi ve anlattıklarına büyük bir alaka duydu. Sonra da birlikte Re¬sû¬lul¬lah’ın huzuruna gittiler. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Osman’a: “Allah’ın ihsanı olan cennete rağbet et. Ben sana ve bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.” dedi. Kur’ân-ı Kerim okudu. Hz. Osman (ra) Kelime-i Şehadet getire¬rek Müslüman oldu. Hz. Osman, daha sonraları bu hissiyatını şöyle dile geti¬rir: “Re¬sû¬lul¬lah’ın lisanından duyduğum o ilk sözler, o kadar saf ve sade, o kadar tesirli idi ki, âdeta Kelime-i Şehadet ihtiyarsız olarak dudaklarımdan dökülüverdi.” Hz. Osman, İslam’la şereflendiği sırada 34 yaşında idi. Genç, nüfuzlu bir tüc¬cardı. Hâli vakti yerinde bir kimseydi. Müslüman olduğunu öğrenen amcası Hakem bin Ebi’l-As öfkesinden çıldıracak gibi olmuştu. Osman’ı bir direğe bağladı ve: “Bu dini terk etmedikçe sana hiç yiyecek vermeyeceğim!” dedi. Fakat ölüm pahasına da olsa, onun dininden dönmeyeceğini anlayan diğer akraba¬sı araya girerek serbest bıraktırdılar.

    HİCRETİ

    İslamiyet gelmeden önce Ebû Leheb’in oğlu Utbe, Peygamberimizin kızı Rukiyye ile evliydi. Utbe, Peygamberimizin yeni bir dini tebliğ ettiğini öğre¬nince gelip Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) hitaben: “Senin kızını da, tebliğ et¬tiğin dini de istemiyorum!” demiş ve Hz. Rukiyye’yi boşamıştı. Bunun üzerine Hz. Osman, Rukiyye’ye talip olmuş ve onunla evlenmişti. Müşriklerin zulmünden dolayı Habeşistan’a hicret eden 15 kişilik kafile ara¬sında Hz. Osman ve Rukiyye de bulunuyordu. Re¬sû¬lul¬lah (a.s.m.), Hz. Os¬man’ın herkesten önce yola çıktığını duyunca şöyle buyurdu: “Onların dostu ve hâkimi Allah’tır. Osman, Lût’tan (as) sonra ailesiyle bir¬likte ilk hicret eden kimsedir.” Hz. Osman, bir müddet Habeşistan’da kaldıktan sonra tekrar hanımıyla birlik¬te Mekke’ye döndü. Daha sonra da oradan Medine’ye hicret etti.

    HAYA VE EDEP NUMUNESİ

    Hz. Osman’ın en bariz vasfı, hayâsı idi. Hz. Âişe’nin rivayetine göre, bir gün Re¬sû¬lul¬lah, üzerine bir örtü çekmiş olduğu hâlde istirahat ediyordu. O sırada Hz. Ebû Bekir kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi. Re¬sû¬lul¬lah tav¬rında bir değişiklik yap¬madan içeri girmesine izin verdi. Sonra soracağını sorup gitti. Daha sonra Hz. Ömer geldi, ona da aynı şekilde hâlini değiştirmeden izin verdi. Ondan sonra Hz. Osman, huzura girmek için izin istedi. Bu defa Re¬sû¬lul¬lah hemen doğruldu, toparlandı. Bunun üzerine Hz. Âişe: “Ey Allah’ın Resûl’ü!” dedi, “Ebû Bekir ve Ömer için toparlanmadığınız hâlde, neden Osman gelince hâlinizi değiştirdiniz?” Allah Resûlü şöyle cevap verdi: “Çünkü Osman çok hayâlı birisidir. Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi? !”

    CÖMERTLİĞİ VE İNFAKI

    Hz. Osman, Tebük Gazvesi’nde 1000 dinar para, 50 at ve 100 adet deve yardı¬mında bulundu. Peygamberimiz onun bu cömertliği karşısında: “Bundan sonra yapacağı hataların hiçbirisi Osman’a zarar vermez.” buyurarak onu müjdele¬di. Hz. Osman, zenginliğin şükrünü eda etmek için muhtaçlara bol bol ikramda bulunur, fakat kendisi gayet mütevazi yaşardı. Medine’de kıtlık olduğu bir sırada Hz. Osman, Şam’dan 100 deve yükü buğ¬day getirtmişti. Sahabe-i Kirâm, satın almak için yanına koştular. Ancak o: “Siz¬den daha iyi alıcım var. Sizden daha fazla kâr veren var.” dedi. Sahabiler bunu Hz. Ebû Bekir’e bildirip üzüldüklerini ifade ettiler. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ı herkesten iyi tanıdığı için onlara şöyle dedi: “O, Re¬sû¬lul¬lah’ın damadı olmakla şeref kazanmıştır. Cennette de onun arkada¬şıdır. Siz onun sözünü yanlış anlamışsınızdır. Buyurun, beraber gidelim ve du¬rumu kendisinden öğrenelim.” Hz. Osman’ın yanına vardıklarında Hz. Ebû Bekir: “Ey Osman, sahabiler sözlerine üzülmüşler. Ne dersin? Meselenin aslı nedir?” Hz. Osman şöyle cevap verdi: “Ey Re¬sû¬lul¬lah’ın halifesi! Onlardan daha iyi alıcı olan biri, 1’e 700 veriyor. Biz de buğdayı 1’e 700 verene sattık.” Hz. Osman bu sözleriyle, kervandaki malını Allah yolunda sadaka olarak verdiğini ifade ediyordu. Nitekim az sonra 100 deve yükü buğdayı Medine’de bulunan fakir sahabelere karşılık¬sız olarak dağıtıverdi. Hz. Ebû Bekir buna çok sevindi ve Hz. Os¬man’ı alnından öptü. Hz. Osman’ın en büyük hususiyetlerinden birisi de cömertliğiydi. Hz. Osman, servetini Allah yolunda harcamaktan çekinmezdi. Bir defasında Müslümanlar içecek su bulmakta sıkıntı çekiyorlardı. Rûme Kuyusu’nun suyundan başka tatlı su bulamıyorlardı. Bu kuyu ise bir Yahudi’ye aitti. Suyu Müslümanlara çok pahalı¬ya satıyordu. Bu durum Peygamberimizi (a.s.m.) çok üzüyordu. Sahabilerle be¬raber olduğu bir sırada: “Rûme Kuyusu’nu kim satın alırsa, cennette de onun benzer bir kuyusu olacaktır.” buyurdu. Hz. Osman da oradaydı. Hemen harekete geçti. Yahudi’yi buldu. Kuyuyu satın almak istediğini söyledi. Yahudi kuyunun tamamını satmaya yanaşmadı. Çok yüksek bir fiyata yarısını sattı. Hz. Osman sevinçle Peygamberimizin huzuruna çıktı. Kuyunun yarısını satın aldığını ve Müslümanlara vakfettiğini söyledi. Re¬sû¬lul¬lah (sallallahu aleyhi ve selem): “Osman’ın hayrı ne güzel hayırdır!” buyurarak onu taltif etti. Hz. Osman bilahare kuyunun diğer yarısı¬nı da satın alarak tasadduk etti.

    BASİRETİ VE HASSASİYETİ

    Hz. Ebû Bekir’in, halifeliği sırasında istişare ettiği ve görüşüne başvurduğu sahabelerin başında Hz. Osman gelirdi. Hz. Ebû Bekir ölüm döşeğinde iken, kendisinden sonra halife olacak zatın va¬sıf¬la¬rı¬nı Hz. Osman’a anlatıyordu. Hz. Osman da bunları kaydediyordu. Hz. Ebû Bekir, tarif ettiği zatın ismini anmadan bayılmıştı. Hz. Osman “vefat ettiği” zannıyla Hz. Ömer’in ismini yazdı. Biraz sonra Hz. Ebû Bekir ayıldı, kimi yazdığını sordu. Hz. Osman, “Ruhunu teslim ettiğini sanmıştım. Tefrika çıkmasından korktuğum için Ömer bin Hattab’ı yazdım, ey müminlerin emîri!” dedi. Hz. Ebû Bekir, onun bu hassasiyetine çok sevindi ve memnuniyetini şöyle di¬le getirdi: “İslam’a ve Müslümanlara yaptığın bu iyiliğinden dolayı Allah seni hayırla mükâfatlandırsın! Şayet kendini de yazmış olsaydın, yine isabetli hareket etmiş olurdun.”

    İSLAMIN YAYILMASINDAKİ ROLÜ

    Osman’ın hilafetinin ilk altı yılı fetihlerle geçti. İslam’ın yayılmasındaki rolü büyüktü. Bu zaman içinde Afri¬ka’nın mühim bir kısmı fethedildi. İspanya’ya ilk Müslüman akınları başlatıldı. Kıbrıs fethedil¬di. Ayrıca Hz. Ömer’in vefatını fırsat bilerek isyan eden Ermenis¬tan ahalisi itaat altı¬na alındı, Taberistan fethedildi. Bu yılın en mühim bir hadi¬sesi, İslam donanmasıyla Bi¬¬zans donanmasının Akdeniz’de karşı karşıya gelme¬si ve İslam donanmasının 500 par¬¬çalık Bizans donanmasını bozguna uğratmasıdır. Bu zafer, Müslümanlara Akdeniz’de rahat manevra yapma imkânını ka¬zandırdı. Müslümanlar, Malta ve Girit adaları¬na çıktılar. Bu arada bir grup Müs¬lüman, Anadolu sahillerine çıkarken, diğer bir grup da İstanbul surlarına dayan¬dı. Peygamber Efendimizin müjdesine layık olabilmek için gayret göstermiş¬lerdi. Yine bu zaman zarfında idarede eyalet sistemi kökleştirildi. İslam ülkesi mülki ve idari olmak üzere iki sisteme ayrıldı.

    KUR’ÂN-I KERİM ÇOĞALTILMASI

    Hz. Osman’ın gerçekleştirdiği büyük ve tarihî hizmetlerinden birisi ve en mühimi, şüphesiz “Kur’ân-ı Kerim nüshalarının çoğaltılması” işidir. O sıralar Erme¬nistan ve Azerbaycan fethine katılmış olan sahabiler arasında Kur’ân-ı Kerim’i okuma hususunda bazı farklı görüşler ortaya çıkmıştı. Çünkü Irak ordusunda bulunanlar İbni Mes’ud’dan, Şam ordusunda bulunanlar da Ubey bin Kâb’dan Kur’ân okumayı öğrenmişlerdi. Aradaki küçük farklılıklar sebebiyle Huzeyfetü’l-Yemanî, Hz. Osman’a gelmiş: “Bu ümmet, Yahudi ve Hıristiyanlar gibi ih¬tilafa düşmeden önce onların imdadına yetiş!” demişti. Bu müracaat üzerine Hz. Osman, hemen bir istişare meclisi topladı. Bu he¬yet, yardımcılarıyla birlikte 12 kişiden müteşekkildi. İleri gelenleri Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Zübeyr, Sâid bin Âs ve Abdurrahman bin Hâris (r.a.) idi. Heyet, Hz. Ömer’in evinde ve Hz. Hafsa’nın himayesinde olan Kur’ân nüshasını, Hz. Ebû Bekir zamanında toplatılan nüsha esas alınarak beş (veya yedi) nüs¬ha olarak çoğalttı. Çoğaltılan bu nüshalar Kûfe, Basra, Şam, Mekke, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi. Bir nüsha da Medine’de bırakıldı. Bu nüshaya “imam” adı verildi.

    HADİS RİVAYETİ

    Hz. Osman, Re¬sû¬lul¬lah’tan 146 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan Ahmed bin Hanbel’in “Müsned”inde yer alanlarından bazıları şunlardır: “Kabir, ahiret yurtlarının ilkidir. Bir kimse eğer orada kurtuluşa ererse ondan sonrası daha kolaylaşır. Eğer orada kurtuluşa eremezse, ondan sonrası daha da zorlaşır.” “Bir Müslüman, yolculuk veya başka bir maksatla evden çıkar ve ‘Allah’a iman ettim. Allah’a dayandım. Allah’a tevekkül ettim. Allah’ın güç ve kuvveti dışında hiçbir güç ve kudret yoktur.’ diye dua ederse, evden bu şekilde ayrılışı iyiliklere kavuşmasına vesile olduğu gibi, kötülüklerden de uzaklaşmasına se-bep olur.” “Lâilâhe illallah gerçeğini bilerek ve ona inanarak ölen kimse cennete gi¬der.” “Yatsı ile sabah namazını cemaatle kılan kimse, bütün geceyi ibadetle geçir¬miş olur.” “Kim güzel bir şekilde abdest alır, mescide girer ve namazını kılarsa, diğer namaz vaktine kadar arada geçen günahlarını Allah affeder.”

    Halim Selvi

    Ölçme Değerlendirme Uzmanı

    Kaynak:Tirmizî, Müslim Tabakât

Yorum Yaz