Enderun Liseleri olarak başlatmış olduğumuz “Konya’nın Başarılı Simalarıyla Söyleşiler” projesinin konuğu Yazar Ahmed Günbay YILDIZ , Edebiyat öğretmenimiz Kübra Duran’ın sorularını yanıtladı. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.
Öncelikle sizi tanımak isteriz. Kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
Her eserimin giriş sayfasında kendimden bahseden biyografi kısmı var. Oradan benim hakkımda kısa bir bilgiye sahip olabilirsiniz.
Her yazarın bir yola çıkış hikâyesi, bu alana yönelten sebepleri vardır. Sizinkinden bahsedecek olursak bunlar nelerdir?
Daha 16-17 yaşlarındayken hocalarımız bizden Türk edebiyatının Batı klasikleri de okumamız gerektiğini söylüyorlardı. Kendi edebiyatımız ile Batı klasiklerini okuduğumda benim nazarımda çok önemli hususu fark etmiştim. Bizim edebiyatımızda –sadece roman ve hikâye dalından bahsediyorum- inanç ve ahlak malzemeleri Batı edebiyatının tam zıddıydı. Batı edebiyatında manevi değerlerin adeta bir dokunulmazlığı vardı. Kendi inanç ve ahlak yapısına göre de yol göstericiydi. Bizim edebiyatımıza baktığım zaman ise tam tersi kurgulara rastlayışım üzüntümün de sebebiydi. Bizim edebiyatımızda maneviyat ve ahlaki değerler “Gericilik” ve “Örümcek kafalılık ”la ifade ediliyordu. Yani mukaddeslerimize “Çağdışı” ifadesiyle bir saldırı vardı.
Her toplumun ahlaki değerleri yaşadığı topluma göre farklılığın da ifadesidir. Ben o yaşlarda klasikleri daha yol gösterici ve daha gerçekçi bulduğum için şöyle bir düşünce oluşmuştu kafamda: “Ahlak ve maneviyat bizim roman ve hikâyelerimizde yerini almalıydı.” İşte beni roman yazmaya teşvik eden neden buydu.
Eserlerinize baktığımız zaman sayıca çok fazla oluşu dikkatimizi çekiyor. Bu serüvenin başına gidecek olursak ilk eserinizi ne zaman verdiniz? Yazmaya ne zaman başladınız?
Profesyonel yazı hayatına başladığımda yıl 1963’tü. Liseli yıllarımda gazete ve dergilerde her hafta bir şiirimi mutlaka çıkardı. O yılların basınında şiir, edebiyatın vazgeçilmeziydi. Ben de liseli yıllarımda şiir ile başlamıştım yazmaya. Ta ki 1963 yılında “Çiçekler Susayınca”yı yazıncaya kadar. Sonrasında ise şiire 20 yıl ara verecektim ve Çiçekler Susayınca’nın ardından Yanık Buğdaylar, Sitem vs. gibi 50. kitaba kadar bu yarış devam edecekti. Zira o yıllarda yazdığım romanlar 1968 yılında ancak neşredilme şansını 3 eseri bitirdikten sonra bulacaktı. Bence 68 Kuşağı’nın en önemli unsurları, tehlikeli yollara işaretler koyan ve nesillerin daha duru, daha idealist ülkesini ve insanını daha da çok sevdirmeye gayret eden eserlerin gün yüzüne çıkacak olması ve susamışlığa bir su gibi kabul görecek olmasıydı. Minyeli Abdullah, ondan altı ay sonra Huzur Sokağı ve onlardan altı ay sonra Yanık Buğdaylar, Çiçekler Susayınca, Boşluk ve Sitem edebiyat dünyasında yerini alacaktı.
Romana yazışım, 1963 yılında başlayan ve 1968 yılına kadar ancak tamamlanan 3 romanın peş peşe çıkışıyla bu sahada fikir ayrılıklarının yarışı olsa da roman türü kabul görecekti.
Sizce yazarlık nedir? Bu kelime size neyi ifade ediyor?
Yeryüzünde 4 kutsal meslek vardır malzemesi insan olan: Öğretmenlik, doktorluk, yazarlık ve manevi değerler eğitimini veren din adamlarımız.
Ben genç yaşlarda işte bu kutsal yarışçıların arasından yazarlığı seçtim. Edebiyatçı olmak, her şeyden önce edepli olmayı gerektiren bir meslektir. Yazar, yazdıklarını önce kendisi yaşayan, eserlerinde olduğu gibi hayatına da “noksansız” uygulayıp ismine leke düşürmeyen insandır. Bu yukarıda bahsini ettiğim 4 mesleğin sahipleri kendilerine biçilen ömürlerle iz bırakmaya gelmişlerdir. Müspette yarışanların olduğu kadar menfide de yarışanlar -işte onlar da- iz bırakırlar ve unutulmazlar. İz bırakanlar öldükleri zaman değil; unutuldukları zaman ölürler.
Yazarlık hayatınızı göz önünde bulundurduğumuz zaman bu alanda sizde iz bırakan olay veya durumlar nelerdir?
Aldığım mektuplardan anladığım kadarıyla ve sohbet ile imza günlerinde karşılaştığım okurların dualarının yüreğimde iz bırakışıdır.
Yazmaya ne zaman başladığınızdan ve eserlerinizden bahsettik. Eserlerinizi de göz önünde bulundurduğumuz zaman esinlendiğiniz, örnek aldığınız yahut beğendiğiniz yazarların olduğunu söyleyebilir miyiz?
Beğendiğim isimler mutlaka vardır. Parmak izleri kadar fikirler ve üsluplar da farklıdır. Örnek almanın adı taklitçilikse bunu yapan kişi başarıya ulaşamaz. Bütün eserleri okusa da kendi üslup ve düşüncelerini eserine yansıtamaz. Yazarın başka yazarlarla yarışmak diye bir keyfiyeti olmamalı. Basamakları biraz daha yükseltmek istiyorsa araştırdığı ve incelediği meselelerde kendisiyle yarışarak özgün eser verebilmelidir.
Sizin de bildiğiniz gibi günümüz romancılığına geldiğimiz zaman eskiye göre büyük değişimler dikkatimi çekmekte. Peki, siz bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?
Edebiyatımızın bestesini değiştirdiler. Değişik kılıflar giydirmeye çalışanlar var. Bu sebeple günümüzde klasikleşme yolunda “ender” yazarlar adını edebiyat dünyasına yazdırabiliyorlar.
Yazarların eserlerini vücuda getirmesi belli bir zaman alır. Siz kitaplarınızı ne kadar sürede yazıyorsunuz? Yani bir romanın ortaya çıkması ne kadar sürüyor?
Buna gün, ay, yıl verilmez. Bir yılda bitirdiğim eserimde oldu, 6 yılda bitirdiğim eserim de. Son yıllarda kendimi tamamen edebiyata verdiğim için 2 eserle yılı noktalayabiliyorum.
Sizin de anlattığınız kadarıyla tahmin edebiliyoruz ki yazmak zor bir iştir. Peki, size göre yazmak yetenek işi midir yoksa sonradan öğrenilebilir mi?
Cenab-ı Allah her insanı farklı yeteneklerle donatmıştır. O sebeple her sanatın insanları değişkendir. Marangozluk yapmasını bilmiyorum, heykeltıraş da değilim. Bana bir resim çiz deseler beceremem. Şu konuda bir eser yaz deseler onu da yazamam. Bu yüzden kendi düşünce dünyamın kurgusunu yaparken toplumların nelere ihtiyacı olduğunu, nelerin ahlaki ve insani olduğunun araştırmasını yaptıktan sonra eserin omurgasını ortaya çıkartırım. Edebiyatçı olmak için şunu herkes bilir ki kişinin hayal dünyasının çok güçlü olması gerekir. Onun için de her sanat dalını teşvikçisi duygularıdır. O sanata hevesi olanlar vardır; lakin o kişinin hayal dünyası ve araştırması noksansa bunun da eğitimi olmaz.
Eserlerinizin gerçek hayatla ilişkisi nedir?
Hayatın boşluklarını yakalarken ütopyaları gerçek diye sunuşumuz, eserin sunniliği olur ve onu basitleştirir. Gerçek hayatlardan toplanılan malzeme ve yüzde on hayal katkısıyla eseri vücuda getirirsek okuyucuya da “Ben yazdım, oldu!” dedirtecek basitliklere düşürmeden esere şahsiyet kazandırabiliriz.
Söylediğinizden çıkardığımız sonuca göre eserleriniz gerçek hayatla ilişkili. Bundan yola çıktığımız zaman romanlarınızdaki karakterlere benzer kişiler tanıyıp tanımadığınızı merak ediyoruz. Buna örnek verebilir misiniz?
Karakterleri gerçek hikâyelerden bulup çıkarmadan yapılan kurgularda mutlak bir eksiklik olur kanaatindeyim. Bir misal vermek gerekirse, İstanbul Yüzlü Kadın adlı eserim Numan karakteri üzerine bina edilmiştir ve kendisinin bana gelerek “Ben de roman yazıyorum.” diye başlayan romandaki karakterin dramatik sonu tamamen bir gerçeğin hikâyesidir.
Son olarak genç yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Öncelikle kendilerine has bir üslup edindikten sonra edebiyatın hangi dalında olursa olsun yazdıklarını arkadaşlarıyla ve hocalarıyla paylaşıp aldıkları tepkilere göre kendilerine göre kendilerine bir yol haritası çizsinler. Sonrasında yazdıklarını defalarca okuyup düzelttiklerinde aldıkları mesafeyi önce kendi beğenileriyle tasdik edip daha sonra edebiyattan anlayan en az 2-3 edebiyatsevere okutarak yola çıkmaları tavsiyemdir.
Kişi yazdığını önce kendi beğenecek; fakat “kirpi yavrusunu pamukçuğum diye severmiş” imtiyazını kendilerine tanımamak şartıyla.
Vaktinizi ayırıp bizimle röportaj yaptığınız için çok teşekkür ederiz. Edebiyat hayatınızda başarılarınızın devamını dileriz.
Proje Danışmanları:Serkan Karataş , İsmail Ekmekçi , Muhammed Hançer