ESKİ ÇAMLAR BARDAK OLDU
Evliya Çelebi, ünlü Seyahatname’sinde Bolu’yu anlatırken şöyle der: (…)Ab-ı hayat suları ve kutu bozası ve çam ve ardıç bardakları olur kim andan su içen ab-ı hayat-ı cavidan bulur. Ol diyarda ona senek ve boduç derler.* İmdi, çam ağacının işlenmesi kolaydır. Üstelik ağacın bir özelliği de suyu soğuk tutması ve ona lâtif bir koku vermesidir. Piknik arazilerindeki çeşmelerin, çam gövdelerinden akıtılmasının bir sebebi bu olsa gerektir. Ayrıca, çam ormanlarından çıkan kaynak suları da oldukça itibar görür. Çam ile su arasındaki bu illiyet, Evliya Çelebi’nin de dediği gibi çam ormanları bulunduğu yerlerde ağaçtan yekpare bardaklar
(veya boduçlar) yapılıp su kabı olarak kullanılmasına yol açmış. Çelebi’nin verdiği malûmata göre deyimi “Eski camlar bardak oldu” şeklinde okumak hatalıdır. Gerçi mantıkî olarak eski cam kırıklarının toplanıp yeniden imalâta sokulup bardak yapılması mümkündür. Hatta bir dönemin İslâm fetihlerinde yoksulluktan dolayı kiliselerin küçük çanları da su tası olarak kullanılmış olabilir. Bu durumda “Eski çanlar bardak oldu” diyenler de haklı çıkabilir. Ancak deyimin şöyle bir hikâyesi anlatılır: Vaktiyle orman köylerinden bir delikanlı, askere gitmiş. O yıllarda askerlik de uzun sürüyor hani. Geri döndüğünde köyün yakınındaki büyük çam ağaçlarının kesildiklerini görüp babasına sebebini sormuş. İşte cevap:
— Oğlum, sorduğun o eski çamlar bardak oldu. Askerde iken sana gönderdiğimiz harçlıklar nereden geldi sanıyorsun? (s.80)
LÂF Ü GÜZAF
Hani “lâf ” diye bir kelimemiz vardır. Son zamanlarda “söz, kelâm” karşılığı olarak kullanılması yaygınlaştı. Hemen herkes, birilerinin sözlerinden “lâf ” diye bahsediyor. Hâlbuki lâf denildiği zaman söz veya kelâma bir menfilik, bir olumsuzluk, hatta yerine göre istenmeyen bir tavır katılmış olur. Söz, nötr bir varlıktır. Onun üst derecesine kelâm, alt derecesine lâf denir, Kelime, Gencine-i Güftör Ferheng- i Ziya isimli Farsça sözlükte (c.III, s. 1731) “beyhude ve manasız söz, lakırdı, haddin fevkinde söylenen söz, öğünme, kendini gösterme” karşılıklarıyla verilmiş. Buradaki haddin fevkinde tanımı, siyasî literatürümüze “maksadını aşan söz” olarak girmiştir ki tam olarak lâfı karşılar. Bu kelime, eskiden beri dilimizde daha ziyade “lâf-û güzaf ” şeklinde kullanılmıştır. Güzaf (aslı gizaf),”beyhude söz, abes, faydasız lakırdı” demektir. Yani, lâf ile eş anlamlı (müteradif) bir kelimedir. Bu yüzden ikisinin yan yana kullanılırken lâf-ı güzaf, şeklinde (tamlama biçimiyle) ifade edilmesi hatalıdır. Ama yan yana kullanılması, sözün değerinin iyiden iyiye düşürüldüğüne delâlettir ki anlamı “saçma sapan söz” demek olur. Siz siz olun, söz ile lâfın o ince çizgisini asla çiğnemeyin. Hele konuştuklarınıza “Canım işte, laf güzaf!” dedirtmeyin. (s.147)
İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK
Giyim kuşamına özen göstermiş, şık ve süslü kıyafetleriyle dikkat çeken insanlar hakkında sık sık “iki dirhem bir çekirdek” sözü kullanılır. Bu yakıştırma, ağırlık ölçüsü olarak okkanın kullanıldığı eski devirlerden kalmadır. Belki biliyorsunuz, bir okka bugünkü ölçülerle 1283 gram tutar. Okkanın dört yüzde birine, dirhem adı verilirdi. Şimdiki gram ile aynı birim olduğunu sanarak gram diyecek yerde dirhem denilmesi hatalıdır.) Dirhem, daha ziyade hassas teraziler için kullanılan bir ölçüdür. Ancak sarraflar, dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar. Buna çekirdek denir ki toplam, beş santigram karşılığıdır. Eski devirlerin en kıymetli parası olan bir Osmanlı altını, toplam iki dirhem ve bir çekirdek ağırlığa sahiptir. Bu durumda süslenmiş kimselere, iki dirhem bir çekirdek yakıştırmasında bulunanlar, mecaz yoluyla onlara altın demiş olurlar ki bizce pek zarif bir nüktedir. (s.110)
İki Dirhem Bir Çekirdek
İskender PALA
Kapı Yayınları, Mayıs 2012
Derleyen: Elif Nur URGAN
Enderun Liseleri AL 10-A