Seyfi Baba

0

SEYFİ BABA

Geçen akşam eve geldim. Dediler:

— Seyfi Baba Hastalanmış, yatıyormuş.

— Nesi varmış acaba?

— Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.

— Keşke ben evde olaydım…

Esef ettim, vah vah! Bir fener yok mu, verin…

Nerede sopam? Kız çabuk ol… Gecikirsem kalırım beklemeyin… Zira yol Hem uzun hem de bataktır…

— Daha â’lâ, kalınız:

Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız. Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde; Boşanan yağmur iliklerde, çamur da belde. Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim, Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim! Çok mu yüzdük bilemem, toprağı bulduk neyse; Fenerim başladı etrafını tek tük hisse. Sopam artık bana hem göz hem ayak hem eldi… Ne yalan söyleyeyim kalbime haşyet geldi. Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tane fener Geçiyor… Sapmayarak doğru yürürlerse eğer, Giderim arkalarından… Yolu buldum zaten. Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben! İşte karşımda bizim yâr-ı kadimin yurdu. Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu. Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip Açıversem… İyi amma kapı zaten aralık… Galiba bir çıkan olmuş… Neme lazım, artık Girerim ben diyerek kendimi attım içeri, Ayağımdan çıkarıp lastiği geçtim ileri, Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak! Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini, Aralarken kulağım duydu fakirin sesini:

— Nerede kaldın? Beni hiç yoklamadın evladım! Haklısın, bende kabahat ki haber yollamadım. Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun… Hele dinlen azıcık anlaşılan yorgunsun. Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın… Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın. Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım Şu fener yansa deyip bir kutu kibrit çaktım. Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne, Sürme çekmiş gibi nur indi mumun kör gözüne! Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba, Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.

—Ihlamur verdi demin komşu… Bulaydık şunu bir…

— Sen otur, ben ararım…

— Olsa içerdik, iyidir… Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme… Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime, Başladım kaynatarak vermeye fincan fincan, Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan. —Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın? Nezle oldum sanırım çünkü bu kış pek salgın.

—Mehmed Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün. Ne işin var kiremitlerde a sersem desene! İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene. Hadi aktarmayayım… Kim getirir ekmeğimi? Oturup kör gibi, namerde el açmak iyi mi?

Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası,

Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz ; Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz. Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç Görüyorsun daha gelmez… Yalınızlık pek güç. Bazı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma; Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!

—Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece! Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice. İhtiyar terleyedursun gömülüp yorganına… Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına, Başladım uyku teharrisine lakin ne gezer! Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer. Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim, Önce amma şu fakir ademi memnun edeyim. Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede; Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sade!

O zaman koptu içimden şu tahassür ebedi:

Ya hamiyyetsiz olaydım ya param olsa idi!

(MEHMET AKİF ERSOY-SAFAHAT)

Yorum Yaz