Bir Akif-i Sani: Ali Ulvi Kurucu

0

1922 yılında Konya’da doğan Ali Ulvi Kurucu, seksen yıllık ömrünün 18 yılını Konya’da, 6 yılını Mısır’da (Kahire’de), 56 yılını da Medine’de
Hz.Peygamber (a.s)’in yanı başında geçirir. Diğer bir ifade ile 1922’den 1939’a kadar Konya’da, 1939’dan 1946 yılına kadar Mısır’da ve 1946’dan
2002 yılına kadar Medine’de yaşar. İsmini “yüce” anlamında Ali koyarlar ancak daha sonra çok sevdiği “Ulvi” ismini de Ali’nin yanına ekler.
Ve böylece hem Ali hem Ulvi olur. Soyadı kanunu çıkınca amcası “Kuran, müesses, tesis eden” anlamında “Kurucu” soyadında karar kılmış.
Böylece hem Ali hem Ulvi hem de Kurucu olmuş. Adına soyadına yakışır bir ömür süren Ali Ulvi Kurucu 1,5 yaşında annesi Sare Hanım’ı kaybetmiş
ve anneliği Aliye Hanım’ın elinde büyümüş.

Ali Ulvi Kurucu’nun hayatında dedesi Hacı Veyis Efendi, amcası Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve babası İbrahim Efendi’nin önemli bir yeri vardır.
Her üç zat da ilim ve hizmet ehli insanlardır ve Ali Ulvi’nin yetişmesinde belirleyici olmuşlardır.

1939 yılında devrin baskılarından bunalan ve “ya tahammül ya sefer” diye dua ederek seferde karar kılan İbrahim Bey varını yoğunu satarak oğlunu
Mısır’da El Ezher’de okutmak istemektedir. Ve bismillah deyip çıkarlar yola, “Biz amcamla beraber hicret etmek istiyorduk. İkinci Cihan Harbi koptu,
amcamın altı çocuğu vardı gelemedi. Fakat Konya’da kalarak büyük hizmetler yaptı. Okullar, hastahanelerin yapılmasına, bilhassa irfan gençliğinin
yetişmesine çok faydası oldu. Amcamın büyüklüğü talebe yetiştirmekte, yani peygamber varisi insan yetiştirmekte çektiği çileler ve ömrünü bu davaya vermesindedir.

Ona göre ömür insana verilmiş kişiye ait olmayan ancak gönül verdiği, ruhunun aşık olduğu davasına ait bir mefhum, “Ömrün senin değildir” Gözleri parlayarak
amcası Hacı Veyiszade Mustafa (Kurucu) Efendi’yi anlatmaya devam ediyor. Onun peygaber varisi ve davasına aşık bir alim olduğunu söylüyor, Meşhur bir sözü var;
birisi demiş ki: “Hocam bu uğurda o kadar çile çekiyorsunuz ki, iltifata layık olmayan kimselere bile iltifat ediyorsunuz. Nedir bu genişliğin sebebi?” demiş ki,
“Evladım benim, Taif dağlarında taşlanırken bile kavmine beddua etmeyen peygambere imanım var, mürşidim, peşinden gittiğim şahsiyet odur. Ben bir talebenin
yetişmesi uğrunda bin münafığın kahrını çekerim.”[(Ali Ulvi Kurucu-Röportaj-Mustafa Aydın)]

Filhakika bir hicret çocuğuydu Ali Ulvi Kurucu

Ali Ulvi Kurucu’nun hicreti böyle başlamıştı. Sonra 70 yıllık yoğruluş… Mütebessim çehresi, sükunet yüklü sesi ile sanki Hazreti Peygamber’in yanından
kalkmış da gelmiş bir duruluk, berraklık, sıcaklık içinde konuşan… İşte O, yetmiş yıllık yoğrulmanın, bir başka ifadeyle pişmenin ürünü…

Kendisinde, şiire ve güzel sözlere dair bir merak olduğu açıktı. Medine’nin sadece alimi değil, aynı zamanda arifiydi. Onun için gönüllere taht kurdu.

Şiirlerindeki neredeyse merhum Mehmet Akif’ten kalma çoşku,bir dava adamının sancısı ile yüklüydü.

Sohbeti ise, Rasulü Ekrem’in komşuluğunda damıtılmış bir kişiliğin meyveleriydi.

Kemal yüklenmiş bir insan… Osmanlı efendisi… İlmini irfanla bütünleştirmiş bir gönül ehli. Bir şiir insanı… Çağlayan bir yürek…

“Doğmazdı kalbe iman, inmezdi arza Kur’an
Meçhul olurdu esma, levlake ya Muhammed”

Bir Peygamber aşığı… Onu en güzel anlatacak iki kelime bu…

Kıtmirinim ey şah-ı rusül, koğma kapından,
Asilere lütfun, yüce fermandır Efendim.
Doğ kalbime bir lahzacık ey Nur-u dilara

Nurun ki, gönül derdime dermandır Efendim
Ulvi de Senin bağrı yanık aşık-ı zarın,
Feryadı bütün ateş-i suzandır Efendim.

Daima gençleri gördüğünde tefeül eder ve “Sizler gerçekleşen rüyalarım, kabul gören dualarımsınız” derdi. Bütün ümidi ve arzusu yeniden
İslamın şahlanışını, yükselişini görmekten ibaretti. Adeta buna susamıştı. Bundan dolayı gençler ona aşk ve şevk ilham ediyordu.
Rüyası yeniden, itila ve yükseliş devrine şahit olmaktı. Zira, kaht-ı rical günlerinden geliyordu. Hep tarihin eğik istikameti sürüp gitsin istemiyordu.
Bundan dolayı, kendisini ahir zaman gençliğine adamıştı. Büyüklerin dostuydu. Merhum, Mehmet Akif’in dizelerini ve Safahat’ını ezbere bildiği söylenir.

Ali Ulvi Kurucu merhum ömrünün son günlerinde kızına şöyle tavsiyede bulunuyordu: “Kızım insan sadece şahsi hedef ve gayelerini ön planda tutarak
yaşarsa vefatıyla hatıralardan silinir. Cemiyet, millet ve fikirleri uğruna yaşayanlar, ölseler de gönüllerde kalıcıdırlar. Gözler hep onları arar ve özler.
Kim severek yaşarsa sevilerek ayrılır ve unutulmaz.”

Ali Ulvi Kurucular, bir kervanın yolcuları… Bir meşale her biri… O nesil gidiyor aramızdan ., azalıyorlar… Onlar hayattayken, yakınlarında
olmanın yolunu bulmalı neslimiz. Savruluşlardan kurtulmanın bir yolu da, bu büyük çınarlara tutunmak değil mi?

“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş…”
Evet öyle… Ali Ulvi Kurucu’nun bu sevda neşideleri kalacak geride… Belki yarın buluştuğunda
“Sevgilisi” ile, onları sunacak armağan olarak. “Böyle sevmiştim Seni ey Allah’ın Rasulü” diyecek…

ALİ ULVİ KURUCU HATIRALAR – 1 ADLI ESERDEN SEÇME BAZI TAVSİYELER:

Hadis-i Şerifte beyan edilen dokuz güzel huy şunlardır:

“Birinci haslet: Gerek vahdette, gerek kesrette Allah’tan korkacaksın. Gerek yalnız başına kaldığında ve gerek halkın arasında, kalabalık içinde
bulunurken Allah’tan korkacaksın. Allah korkusu… Allah’ın her yerde, her an, zaman ve mekanda hazır ve nazır olduğunu unutmamak.

Zaten bu şuura bürünen bir kimse, Allah’a asi olamaz ki… Allah görüp duruyor; hazırdır, nazırdır. Onun gördüğünü ne polis görebilir, ne jandarma
görebilir ve ne de başka bir kimse… İşte bu ahlak, bu duygu her güzelliğin başıdır.

İkinci haslet: Gerek sükun, ferah ve huzur anlarında ve gerekse öfke ve gazap hallerinde, daima adaletle davranacak, hakkı söyleyeceksin… Bu çok zordur.

Üçüncü haslet: Gerek zengin, gerek fakir, bolluk ve darlık halinde, iktisattan ayrılmayacaksın. İsraf yok.

Dördüncü haslet: Zulmedeni affedeceksin.
Müslüman kardeşlerinden sana zulmedeni, kötülüğü dokunanı affedeceksin. Sana bir zararı dokundu:
“İnsandır yahu, kasten yapmaz, Müslüman Müslüman’a zulmetmez. Hata etmiştir.” diyeceksin; “Allah, benim, sabahtan akşama kadar kaç tane hatamı affediyor!”
diye düşüneceksin. Allah’ın ahlakıyla, Rasulü’nün ahlakıyla ahlaklanmak vardı ya, işte: Sana zulmedeni affedeceksin.

Beşinci haslet: Gelmeyene gideceksin.
Altıncı haslet: Vermeyene vereceksin.
Yedinci haslet: Konuşman zikir olacak.

Sekizinci haslet: Susman tefekkür olacak.
Dokuzuncu haslet: Bakışın ibret almak için olacak.

Bizler bu hadise uysak, dünyada ve ahirette mes’ut ve muazzez oluruz. Uymadığımız halde ise fitne ve perişanlık muhakkaktır. Çünkü Hadis-i Şerifin başında
Efendimiz, “Rabbim bana dokuz ahlakla ahlaklanmamı emrediyor; ey ümmetim bende size emrediyorum.” buyurmuştur…

Bir nefes için iki kere şükretmek lazım. Biri aldığımız nefese, biri de verdiğimiz nefese… Nefes almasak, yaşayamayız; aldığımız nefesi dışarı çıkaramazsak
bogulur, ölürüz…
Müslüman’ın gözü temiz olacak, özü temiz olacak, sözü temiz olacak. Başımıza gelen felaketler, bütün gafletimizden geliyor.
İhsan, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni görüyor…

İnsan Allah’a kul olunca, esaretten kurtulur. Kullara kul olmaz. Nefsine, paraya, mesleğine, şuna buna kul olmaz. Her şeyin bir manii vardır, ama ilmin
bir çok manii vardır…
En hayırlınız ailesine hayırlı olandır.
Gözünüz, sözünüz, özünüz temiz olsun

Yorum Yaz